XIX. yüzyılın son çeyreğinde insanlık tarihi açısından mühim gelişmeler yaşanmıştır. Bu gelişmelerden belki de en önemlisi İkinci Sanayi Devrimidir.
Bu devrim sonucunda içten yanmalı motorlar keşfedilmiş, bunu çalıştıran petrol çok önemli bir hammadde haline gelmiş, emperyalist güçler gözlerini petrol yataklarının bulunduğu bölgelere dikmiştir.
Batılıların bu niyetlerini çok iyi bilen II. Abdülhamid, Irak bölgesinde bulunan petrol bölgelerinin günü gelince bir oldubitti ile Osmanlıların elinden alınmaması için bazı tedbirler almıştır. İlk olarak İmparatorluk sınırları içindeki petrol rezervlerinin tespiti amacıyla 1901 yılında petrol haritası çizdirilmiştir.
II. Abdülhamid’in yaptığı ikinci önemli hamle, petrol yataklarının tespit edildiği bölgeleri kendi şahsı adına tapuya kaydettirmesidir. Böylece bu topraklar devlet malı olmaktan çıkarak şahsi servet haline gelmiştir. Yani Musul, Erbil ve Kerkük’ün büyük bir kısmı Sultan II. Abdülhamid’in tapulu malı olmuştur.
1914’e gelindiğinde patlayan Cihan Harbi neticesinde Osmanlı Devleti, ağır mağlubiyetler almış ve 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi ile savaştan çekilmiştir. Uzun yıllar bu anı bekleyen İngilizler, tarihi planlarını gerçekleştirmek için o sırada Türk askerlerinin bulunduğu ve dolayısıyla Türk toprağı olan Musul’u, mütarekenin mürekkebi kurumadan hukuksuz bir şekilde işgal etmiştir.
Misak-ı Milli sınırları içinde yer alan Musul ve Kerkük’ün durumu Lozan’da Türk heyetinin önüne gelen meselelerden biri olmuştur. Fakat İngilizlerin kararlı tutumu, hiçbir şekilde anlaşmaya yanaşmamaları yeni bir savaş tehlikesini ortaya çıkarmıştır.
Bu sırada Mecliste bulunan Ali Şükrü Bey gibi muhaliflere göre İngilizler blöf yapıyordu ve Musul meselesi ile ilgili asla taviz verilmemeliydi. Konuyla ilgili Meclis’te bir konuşma yapan Erzurum Mebusu Durak Bey’e göre, Musul’un kaybedilmesi halinde bir daha asla büyük devlet olunamazdı.
Muhaliflerin ısrarlı tutumlarına rağmen Musul, daha doğru ifade ile Irak sınırı meselesi Lozan’ın gündeminden çıkarılmıştır. Büyük ve tarihi bir hata olan bu hamle ile Lozan’da halledilemeyen bu meselenin sonucu İngilizlerle ikili görüşmelere bırakılmıştır. Bundan da sonuç alınamazsa Türkiye’nin üyesi bile olmadığı Milletler Cemiyeti’nin hakemliği kabul edilmiştir.
Böylece Musul ve Kerkük’ün kaybedilmesinin önü açılmıştır. Lozan’dan sonra toplanan Haliç Konferansından sonuç elde edilememiş, Milletler Cemiyeti de Irak’ın, İngiliz mandasında kalması yönünde karar vermiştir. İngilizlerle savaşı göze alamayan dönemin Türk Hükümeti geri adım atmak zorunda kalmıştır.
5 Haziran 1926 günü yani bundan yani bundan 97 yıl önce imzalanan Ankara Antlaşması ile Türkiye ve Irak arasında sınırın Brüksel hattı olduğu tespit edilmiştir. Irak petrol gelirinin %10'unu 25 yıllık süre boyunca Türkiye'ye verecekti. Fakat Türkiye bu parayı ancak 4 yıl boyunca almıştır.
Ankara Antlaşması gereği çizilen Irak sınırının da bazı handikapları vardı. Zira sarp araziler içinden geçen sınırın güvenliğini sağlamak imkânsızdı. İngilizler bu sınırı Türkiye’ye kabul ettirerek ulusal güvenliğimizi tehdit edecek bir ortam yaratmışlardı. Gerçekten de ilerleyen yıllarda sınırı kolaylıkla geçen teröristler karakollarımıza baskınlar düzenleyerek onlarca askerimizi şehit etmişlerdi.
Sonuç olarak Ankara Antlaşması nereden bakılırsa bakılsın büyük bir başarısızlık olarak tarihe geçmiş, hem Misak-ı Milli’nin en değerli parçaları kaybedilmiş, hem de Türkiye’yi yıllarca uğraştıracak terör sorunu ve sınır güvenliği gibi meselelerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.