Bundan 102 yıl önce yani 28 Ocak 1920 tarihinde Son Osmanlı Mebusan Meclisi, Misak-ı Milli kararlarını kabul etmiştir. Söz konusu kararlar aslında Erzurum ve Sivas Kongrelerinde oluşturulmuştu.
Ahd-i Millî ve Peymân-ı Millî olarak da adlandırılan Misak-ı Milli kararları, Birinci Dünya Savaşı sonunda Türk tarafının barış şartlarını içeren bildiri olarak kamuoyuna sunulmuştur. Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları tarafından hazırlanan Misak-ı Milli kararlarının Wilson Prensipleri ile çelişmemesi için özel gayret sarf edilmişti.
Misak-ı Milli’nin Osmanlı Parlamentosunda kabulü, İtilaf Devletlerinin tepkisini çekmiş ve bu tepki sonucunda 16 Mart 1920’de İstanbul resmen işgal edilmiştir. İşgal güçleri Meclisi basarak mebus ve aydınları tutuklayıp Malta’ya sürgüne göndermiş, kaçabilenler Ankara’ya gelerek Büyük Millet Meclisi’ne katılmışlardır.
İstanbul’un işgal edilip Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin kapatılmasıyla birlikte Misak-ı Milli’nin savunuculuğunu yapma vazifesi Büyük Millet Meclisi’ne düşmüştür.
İtilaf Devletleri ile yapılan görüşmelerde sürekli masaya koyduğumuz ve arkasında durmaya çalıştığımız Misak-ı Milli kararları ile ilgili olarak zamanla bazı tavizler verilmek zorunda kalınmıştır. Milli Mücadele yıllarında diplomatik destek bulmak amacıyla atılan adımlar kapsamında ilk olarak Misak-ı Milli sınırları içinde yer alan Batum, Moskova Antlaşması ile Sovyetlere terk edilmiştir. Fransa ile imzalanan Ankara Antlaşması ile İskenderun Sancağı, Suriye yönetimine yani dolayısıyla Fransızlara bırakılmıştır.
Misak-ı Milli kararlarının içinde yer alan ve maalesef daha sonra kaybettiğimiz bölgelerden biri de Musul’dur. Türkiye, ilk olarak Lozan Konferansı’nda daha sonra devam eden süreçte ise 6 Haziran 1925 tarihli Ankara Antlaşması ile Musul’daki haklarından vazgeçmiştir.
Bu arada yaşanan siyasi gelişmeler neticesinde Irak, Filistin, Kıbrıs, Ege adaları ve Batı Trakya da yeni Türkiye Devleti’nin sınırları dışında bırakılmıştır.
Misak-ı Milli kararlarından bazı tavizler verilmesi zamanla Büyük Millet Meclisi içinde de bazı tartışmaların çıkmasına neden olmuştur. Mustafa Kemal Paşa’ya muhalif olan İkinci Grup Milletvekilleri “savaşta kazanılan toprakların masa başında kaybedildiğini” iddia etmeye başlamışlardır. Bu tezi amansız bir şekilde savunanlardan biri de Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey idi.
Misak-ı Milli, her ne kadar tam manasıyla uygulamaya geçirilememiş de olsa, Türk Milletinin vizyonunu ortaya koyması açısından büyük önem taşımaktadır. Bu vizyon Osmanlı Parlamentosu tarafından da kabul görmüştür.
Misak-ı Milli, işgale uğramış, yokluklar içindeki bir devletin zor günlerinde dünyaya ilan ettiği bir nevi bağımsızlık manifestosudur. Misak-ı Milli, savaşta aldığı ağır mağlubiyete rağmenbölgesinde küresel güç olma hedefini terk etmeyen Osmanlı bürokrasisinin, dış politikaya bakışını ortaya koyması açısından da tarihi bir önem taşımaktadır.
Bu durum,günümüzdeçeşitli diplomasi hamleleri, terör operasyonları ve sınır ötesi harekâtlarla Ortadoğu’da emperyalist güçlerin karşısına dikilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti için de önemli bir referanstır.
Bazı çevrelerin dile getirdiği “ Ortadoğu bataklığına saplanıyoruz” gibi ucuz ve tarihi temeli olmayan yaklaşımlara karşı Türkiye, Misak-ı Milli ruhuyla bulunduğu bölgenin lider devleti olma yolunda emin adımlar atmaya devam etmelidir.
Bunu yapmanın aynı zamanda, tarihin bize yüklediği bir misyon olduğu unutulmamalıdır.