Günümüzde de, dünümüzde de İsrail (daha doğrusu siyonist) lobisi ABD devlet yönetiminin şekillenmesinde hep belirleyici olmuştur. ABD dış politikasının oluşumunda asıl şekillendirici unsur, devletin kılcal damarlarına kadar sirayet eden İsrail lobisidir.
Lobiciliğin en yaygın ve en etkili olduğu ülkelerin başında gelen ABD siyasetçileri hiçbir zaman Yahudi lobisinin karşısında dik duramamıştır. Kanlı katil olduğunu her eyleminde ispatlayan İsrail, ABD siyasetçilerini her zaman yakın markaja alarak yönlendirmiştir. Onun içindir ki ABD de İsrail lobisi hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi
partilerden geniş bir destek görmektedir. Birçok Amerikalı politikacı İsrail’e verilen desteği savunmakta ve İsrail lobisinin çıkarlarını desteklemektedir. Neticede Amerikalılar olaylara İsrail yanlısı gözlük haricinde başka bir gözlükle bakmayı akıllarından bile geçirmemektedir.
Emperyalist ABD'nin İsrail lobisinin etkisinden kaynaklanan bu yanlı tutumu dün neyse bugün de otur. Bu konuda bir milim geri durmaları söz konusu değildir. Amerikan Ulusal Güvenliği için Yahudi Enstitüsü'nün ( JINSA'nın) etkisi büyüktür. JINSA kurulduğu 1976 yılından bu yana etkin şekilde faaliyet göstermektedir. Buna örnek olarak geçmişte yaşanan şu hadiseyi verebiliriz: Hamas’ın, bir Yahudi bayramı arifesinde ve 1973 Yom Kippur Savaşı’nın 50. yıldönümünün bir gün sonrasında 7 Ekim’de İsrail’e gerçekleştirdiği saldırıları “barbarca” olarak niteleyen JINSA, İsrail’in Gazze’ye geniş çaplı bir kara harekâtı düzenlemesini ise sivil vatandaşların meşru savunması şeklinde lanse etmiştir.
Bugün gelinen noktada "İsrail demek ABD demektir." Bunu "ABD demek, İsrail demektir." şeklinde de okuyabiliriz. Çünkü dünyayı kan gölüne çeviren sömürgeci ABD, Gazze'de akan her damla kandan mesuldür. Bill Clinton gider, George W. Bush gelir; George W. Bush gider, Barack Obama gelir. Trump gider, Biden gelir; Biden gider Trump gelir. Fakat ABD'nin İsrail eksenli dış politikası ve Filistin'e bakış açısı hiçbir zaman değişmez.
Takdir edersiniz ki bu dünya hayatı ebedî değil. Gün gelecek herkes yaptığının karşılığını eksiksiz olarak görecektir. İlâhî adalet terazisi asla şaşmayacaktır. Gazze'de acıların en dayanılmazına sabreden mazlum Filistinli kardeşlerimiz bunun mükâfatlarını kat be kat alacaklardır. O zaman hiçbir sermayesi kalmayan zalimler kaçacak delik arayacaktır.
Bu dünyada kaybetmiş gözüyle baktıklarımız (kadınıyla, erkeğiyle, yaşlısıyla, genciyle mazlum Filistin halkı); hakikatte, canları da dahil olmak üzere, çok büyük bedeller ödeyerek rıza-i ilâhîyi kazanıyorlar. Sonsuz bir hayat olan ahirette bu dünya nimetleriyle asla kıyaslanamayacak bir manevi sofra hazırlıyorlar kendilerine. İmanlısı da imansızı da dahil olmak üzere, herkes imtihan oluyor bu dünya mektebinde. Uzun sandığımız bu imtihan hayatı haddizatında ebedî hayat düşünüldüğünde, onunla kıyas edildiğinde hiç de uzun değildir. Hem geri dönüşü olmayan bu ağır imtihandan kalanların ikmal imtihanlarına girme ve sınıf tekrarıyla kayıplarını telâfi etme gibi bir imkânları da yoktur. "...Kıyamet gününün can yakıcı azabına uğrayacak zalimlerin vay haline!" (Zuhruf Suresi 65. Ayet )Vah o zalimlerin haline!
Gazze'de çocuk olmak, anne ve baba şefkatinin çok uzağında, belki köhne bir barakada, belki de yıkılan bir evin molozları altında bomba ve silâh sesleriyle, ne getirip ne götüreceği belli olmayan müphem yeni bir güne uyanmak demektir. Batılı ve ABD'li çocuklar kuştüyü yataklarında anne ve babalarının şefkat öpücükleriyle uyandırılırken onlar kulakları sağır eden misket bombalarıyla meçhul sabahlara uyanmak mecburiyetinde kalmaktadır.