Toplumumuzda eleştiri geleneğinin tam yerleşmemesi devlet yönetme geleneğimizden kaynaklanmaktadır. Geçmişte padişahın etrafında toplanan kişiler varlıklarını sisteme değil, sultanın varlığına ve ihsanına bağlamışlardı. Padişaha yakın oldukları, ona hürmette kusur etmedikleri müddetçe varlıklarını güçlü kılmışlardı.
Ahmet Ağaoğlu Üç Medeniyet adlı eserinde Doğu toplumlarında devlet idare geleneğini anlatmak için amcasının yaşamış olduğu şu hikâyeyi anlatmaktadır:
Amcam Ali Bey, Karabağ’da Aras Nehri kenarında bulunan malikânesine gider. Nehrin öteki yakasında oturmakta olan İran hanlarından birisi amcamı misafirliğe davet eder. Amcam davete icabet eder. O zaman veliaht olan ve daha sonra da Şah olacak olan Muzaffereddin o taraflara av için gelir. Amcamı davet eden han sahibine misafir olur. Ev sahibi, amcamı veliaht ile tanıştırır. Avdan sonra bir mevkide istirahat ederken veliaht dürbünü ile ufka doğru bakar ve derhal yanındakilerden birisini yanına çağırır: Şu dağın yamacında çok güzel bir at ve atın sırtında çok güzel bir halı var, gel bak” der. O kişi dürbünü alır, gösterilen yere doğru düzeltir ve derhal “ Beli kurban, ne güzel bir at ne güzel bir kilim” der. Bundan sonra etrafındaki diğer kişiler de aynı surette davet edilir ve aynı tarzda cevap verirler. Nihayet veliaht kendisine evvelce takdim olunan amcama hitaben: Ali Bey, gelin siz de bakın” der. Amcam dürbünü eline alır, ne kadar bakarsa ne dağ ne at ve ne de halı görür, hayret der, dürbünü öteye beriye çevirir, yine bir şey göremez, sonunda ben bir şey göremiyorum der. Veliaht hiddet eder. Başını çevirir ve amaca iltifat etmez. Bu hadiseden pek üzüntü duyan ev sahibi, veliaht gittikten sonra amcamı azarlayacak şekilde, Ah Ali Bey, doğru söylemek için yer mi buldun? Zannediyor musun ki, ben de diğerleri de dürbünde bir şey gördük. Biz görmediğimiz gibi zaten Veliaht’ın kendisi de hiçbir şey görmüyordu. O bizi imtihan ediyordu. Kendisine ne kadar bağlı olduğumuzu, onun gözü ile gördüğümüzü, kulağı ile işittiğimizi, hulasa kendimizden geçerek o olup olmadığımızı imtihan ediyordu, demiştir.
İnsanlar sadece padişahlara değil, geleceğin sultanı olan şehzadelere de büyük iltifatlar yapmış, geleceğin sultanı gözü ile baktıkları şehzadelere şiirler yazarak onlar için aşırı mübalağalı ifadeler kullanarak ikballerini garanti altına almayı amaçlamışlardır.
Endrunlu Fazıl Efendi, I. Abdulhamit’in (1773-1789) oğlu, daha yeni ders almaya başlayan üç- dört yaşındaki Şehzade Süleyman için yazmış olduğu bir kasidede kullanmış olduğu ifadeler aklın sınırlarını zorlayacak niteliktedir.
…
Şeyhülislamı yanıltır hele söz söylese/ Tıfıl amma bu necâbet ile Şeyhülislam/ Gelsin andan okusun fazl u hüner isterse/ Hızır u Cibrîl anın hâcesi anlardan hep/ Ahz eder her ne öğrense, ezberlese…
Şair burada yeni ders almaya başlayan üç dört yaşındaki Şehzade Süleyman’ın bilgisi ile Şeyhülislam’ı yanıltacağını, Şeyhülislam’ın ondan fazıl ve hüner derslerini alabileceğini çünkü şehzade Süleyman’ın hocasının Hızır ve Cebrail olduğunu dile getirmiştir.
Ağaoğlu’nun İranlı Şehzade ile yaşamış olduğu durum ile Enderunlu Fazıl’ın Şehzade Süleyman için yazmış olduğu şiir, ikbal beklentisinden, kişilerin kendi gelecekleri için tüm gerçekleri göz ardı etmelerinden kaynaklanmaktadır. Batı kültürü de Doğu kültürü de ilk başlarda bu sistem üzerine işlemekteydi, Batılılar büyük gayretler göstererek bu zihniyeti yok etmeyi, gücü ve otoriteyi şahsa değil sisteme yüklemeyi başardılar.
Bizim toplumumuz da bu konuda büyük gayretler göstermektedir. Fakat lideri eleştirme konusunda ilerlemek çok büyük zaman almakta, sesini çıkaranlar devletin arpalığından nemalanmama riskini yaşamaktadırlar. Bu nedenle bizde eleştiri kültürü çok yavaş ilerlemekte, insanlar hakikatin değil, menfaatlerinin bekçiliğini yapmaktadırlar.