Bir toplumun düşünce yapısında kadına fazla değer verildiğinin iddia edilmesi aynı zamanda onlara sahip olmak için el yükseltmeye benzemektedir. İnsanlar kullanım alanlarını genişletmek, bir nesneyi elde etmek için ona daha fazla değer verme yolunu seçmişlerdir. Bu aynı zamanda karşı tarafı küçük düşürücü bir durum olmaktadır. Zira bir toplumda kadınların problemi onlara yüklenilen değerin azlığı veya fazlalığı değildir. Buradaki sorun kadınların iradelerini ele alıp kendi değerlerini belirleyem

Bir şeye değer verilmesi aynı zamanda o şeyi bir nesneye dönüştürmektedir. Her zaman değer veren özne, değer verilen ise nesne olur. Değer verme tek taraflı ise aynı zamanda üstünlük aracına dönüşmektedir. Zira kendini üst zannedenler bir alt kademede olanlara değer biçmektedir. Bu anlayış karşılıklı ilişkiler için değil daha ziyade toplumun genel anlayışına dönüştüğünde ön plana çıkmaktadır.  Değer biçme daha ziyade canlının cansıza veya üstün asta yaklaşımını göstermektedir. Böyle bir anlayışın hâkim olduğu ortamda ise kadınların “nesne” olmaktan çıkarak “özne” konumuna gelmeleri imkânsızlaşmaktadır.

İnsanların kısacık ömürlerinde asıl hedefleri “özne” konumuna gelebilmelerinde yatmaktadır. Bu dünyada hayatın özü “nesne” durumunda doğan bireyin “özne” durumuna yükselmesinde yatmaktadır. Çünkü “nesne”, üzerine değer biçilen, ameliyat yapılan, iradesini az kullanan, kendisi olamamış, varlığını başkasının ona yükleyeceği anlam nispetinde gerçekleştirmiş etkisiz unsurları temsil etmektedir.

Ülkemizdeki sosyal antropolojik ortam, kadınlara kendileri olma bilincini aşılamaktan uzaktır.  Kadın “ben” olma kıvamına gelememekte, benliğini oluşturamamaktadır. Ortada “ben” anlayışından ziyade “sen”, “siz” yaklaşımı mevcuttur.

Toplumun bu hâle gelmesinde kadınların da büyük hataları olmuştur. Toplumların genel anlayışında erkekler “logos”u yani aklı, kadınlar ise “erosu” yani şehveti temsil etmektedir. Kadınlar “eros” olmanın tuzağına hızla düşmüş, böyle bir ortamda logos rolünü, yani aklı erkeklere terk etmişlerdir. Onlar çoğu ortamda akıllarını kullanmak yerine, görüntülerini kullanarak emeksiz bir şekilde belirli kazanımlara kolay bir şekilde ulaşmayı tercih etmişlerdir. Her olayın, her reklamın “görüntü yüzü” olmayı tercih etmişlerdir.

Bu tercih onları geçici bir sultanlığa getirmiş olsa bile uzun vadede “nesne” konumuna sokmuştur. Akıl, bilinç, sorumluluk, emek ikinci plana düşmüş bu durum da toplumun nazarında tümel bir yargı oluşturmuştur. Bu algının içinde bazı kadınların akıllarını, emeklerini ön plana çıkarma gayretleri onların işini daha da zorlaştırmıştır. Zira çevresinde aklını değil de cazibesini kullanmayı tercih eden ve bu yolla birçok imkânı elde eden kadınlar, onların doğru ve dik duruşlarına zarar vermiştir.

Böyle ortamlarda kadınların varlığı şans üzerine şekillenmektedir. Kadının bu dünyadaki varlığında şansı hayatını şekillendirmektedir. Kendi ayakları üzerinde duramayan, ekmeğini kazanamayan kadınlar, evlenene kadar ailesinin, evlendikten sonra ise kocasının gölgesiyle var olmaktadır. Kadının bahtının açık olması iyi, zengin, sorumluluk sahibi bir eş bulmasına bağlıdır.

Kadın, kocası kadar olmakta, kocasının zenginliği ve statüsü aynı zamanda onun zenginliği ve statüsünü belirlemektedir. Bu durumda kadın nesne olmaktan kurtulamamaktadır. Zengin veya statü sahibi bir kocaya sahip olan kadın, eşinin ölmesi ve boşanması durumunda bir anda statü değişikliğine uğramaktadır.

Baht üzerine kurulu bir düzen ister istemez onları daha kıskanç yapmaktadır. Zira bazen kolay elde ettiklerini kolay şekilde kaybetme riskleri onları daha tedirgin yapmakta, bu durum hemcinslerine karşı daha acımasız olmalarına neden olmaktadır.

Kadınlar kendi statülerini kendileri kazandıkları, kariyerlerini kendileri elde ettiği zaman daha rahat, daha özgüvenli olacaklardır.  Ailesine, çevresine, milletine karşı sorumlu olan ve aynı zamanda kendi değerini kendisi belirleyen kadınlardan oluşan milletlerin geleceği çok daha parlak olacaktır.