Ağustos ayının Türk tarihinde ayrı bir yeri vardır. Zira tarihimizi şekillendiren en önemli savaşlar ve zaferler bu ay içinde kazanılmıştır. Anadolu’ya kesin olarak yerleşmemizi sağlayan ve adı yurt açan savaş olarak da bilinen Malazgirt Savaşı bu ay içinde vuku bulmuştur. Yine tarihimizin en parlak zaferlerinden olan ve Macar ordularının iki saatlik bir zaman dilimi içinde darmadağın olduğu Mohaç Meydan Muharebesi de Ağustos ayında yapılmıştır.Daha çok mağlubiyetlerle anılan Birinci CihanHarbi içinde Çanakkale Savaşını saymazsak kazandığımız tek zafer olan KutülAmare Savaşı da bu ay içinde yaşanmıştır.
Milli Mücadele yıllarında cereyan eden ve Mustafa Kemal Paşa’nın deyimiyle Melhame-i Kübra yani kanlı ve büyük savaş olarak da bilinen, tarihçiler tarafından ise yurt kurtaran savaş olarak adlandırılan, şehitlerimizin çoğunun subay olmasından dolayı subaylar savaşı ismiylede anılan Sakarya Savaşı da Türk Milletinin Ağustos ayında kazandığı zaferlerden biridir. Son olarak Başkomutanlık Meydan Muharebesi ile Yunan Ordularının Anadolu’yu terk etmeye mecbur kaldığı savaş da bu ayda meydana gelmiştir.
Görüldüğü üzere Türk tarihinin dönüm noktası olmuş, Anadolu’nun Türk yurdu olmasını sağlayan bu büyük zaferler hep Ağustos ayı içinde kazanılmıştır.
Fakat böylesine büyük ve parlak zaferlerle dolu bir tarihe sahip olmamıza rağmen maalesef bu değerli mirası gelecek nesillere aktarmakta bazı sıkıntılar yaşanmaktadır.
Bu sıkıntıların asıl nedeni ise tarihe bakış açımızın nesnel olmamasından ileri gelmektedir. Zira bazı tarihçiler daha çok ideolojik etkenlerin bir sonucu olarak kendi düşüncelerine göre tarihi olayları önemli veya önemsiz olarak ayırmaktadırlar. Yine aynı zihniyetteki kişiler tarihimizi bir bütün olarak ele almak yerine kendi düşünceleridoğrultusunda belli dönem ve şahıslarıiyi veya kötü diye tasnif etmektedirler. Mesela çocuklarımıza tarih anlatılırken Cumhuriyet dönemini övmekiçin ortada hiçbir sebep olmamasına rağmenOsmanlı tarihi kötülenmektedir. Bunun sonucu olarak Türk gençliği kendi tarihinden ve geçmişinden nefret etmeye başlamaktadır. Bazen bu durumun tam tersi de yaşanmakta Osmanlı övülmek istenirkenCumhuriyet dönemi kötülenmektedir. Böylece hiçbir millete nasip olmayan bu parlak geçmiş maalesef kısır hesaplar nedeniyle bölük pörçük bir şekilde gelecek kuşaklara aktarılmaktadır.
Şunu ifade etmek gerekir ki tarihçi, olayları değerlendirirken kendi yaşantısının, aile ve çevresinin veya siyasi ideolojisinin etkisinde kalabilmektedir. Bu gayet doğal bir durumdur. Fakat bu etki belli bir seviyede tutulmalıdır. Zira objektif değerlendirmeler dışına çıkıldığında veya belge ve bilgiye dayanmayan iddialar ortaya atıldığında maalesef tarihimize ve onu samimi bir şekilde olduğu gibi öğrenmek isteyen gençlerimize kötülük yapılmaktadır. Hâlbuki doğruları ve yanlışlarıyla tarihimizi olduğu gibi bir bütün olarak ele almalıyız. Kendi işimize gelen kısımlarını parlak bir devir, sevmediğimiz bölümlerini ise karanlık dönem olarak nitelemek, sevdiğimiz kişileri övüp, sevmediklerimizi hain ilan etmek tarihimize yapılacak en büyük kötülüktür.
Bizler şanlı tarihimizi bilerek veya bilmeyerek bu şekilde aşağılarken, dünyanın en büyük sömürge imparatorluğuna sahip devleti olan İngiltere ise kendi tarihine toz kondurmamaktadır. Oysa Hindistan’dan Çin’e, oradan Afrika ve Amerika’ya kadar yeryüzünün stratejik noktalarını istila ederek ele geçiren, birçok kadim medeniyete son veren, gittikleri yerlerde sömürge düzeni kurarak bugünkü zenginliklerine kavuşan haramzade Avrupalı devletler dahi kendi tarihlerini kötülemek bir yana kötü söz dahi söyletmemektedirler. Bu durumdan gerekli dersleri çıkararak Türk Tarihine olan bakışımızı değiştirmenin zamanı gelmiştir.
Bu anlamda biz tarihçilere düşen görev, bu milletin geçmişini, kültür ve medeniyetini, ortaya çıkardığı değerleri, olduğu gibi ya da olabildiğince objektif bir şekilde genç kuşaklara aktarmaktır.