Müslümanlar ne zamandan beri kardeşlerinin dertlerine bu kadar duyarsızlaştı? Sıkıntılar dua, beddua, salâ okuma, gıyâbî cenaze namazı kılma, slogan atma, hamâsî nutuklar çekme eylemleriyle giderilebilir mi? Fiili dua olmadan kavlî dua ne işe yarayabilir? Müslüman kardeşi için dua eden kişi, dua öncesinde ve dua sürecinde elinden gelen tüm gayreti göstermelidir ki ettiği dua karşılık bulsun.

 Miskin miskin oturmakla bu işler çözülmez. Bizlerin yapması gereken işleri Allah'a yaptırmaya kalkışmak yüzsüzlük ve pespayeliktir.

               
ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve İsrail gibi ülkelere lânet okumakla, beddua etmekle onların zulme hizmet etmelerine engel olamayız. Müslümanlar olarak bizler de onlar gibi bilime ve teknolojiye mesai harcamalıyız. Onlar gibi güçlü ve donanımlı ordular kurmalıyız. Onlar gibi ekonomik yönden güçlü olmalıyız. Bunları gerçekleştirebilirsek dünyada caydırıcı bir konuma gelebiliriz. Aksi halde bugünkü acıları yaşamaya mahkum oluruz. Sözün bu noktasında milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un şu mısraları bize ders verecek niteliktedir: "Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize?/Fikr-i kavmıyyeti şeytan mı sokan zihninize?//Birbirinden muteferrik bu kadar akvâmı,/Aynı milliyetin altında tutan İslâm'ı,//Temelinden yıkacak zelzele, kavmiyettir./Bunu bir lâhza unutmak ebedî haybettir...//Sizi bir aile efradı yaratmış Yaradan;/Kaldırın ayrılık esbabını artık aradan.//Siz bu davada iken yoksa, iyâzen-billâh,/Ecnebiler olacak sahibi mülkün nâgâh.//Diye dursun atalar: 'Kal'a içinden alınır.'/Yok ki hiçbir  işiten... Millet-i merhûme sağır!/Bir değil mahvedilen devlet-i İslâmiyye.../Girdiler aynı siyasetle bütün makbereye.//Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;/Toplu vurdukca yürekler, onu top sindiremez."

           

Türkiye her zaman olduğu gibi Filistin meselesinde de tavrını haktan ve hakikatten yana koydu; güçlünün değil haklının, mazlumun ve mağdurun yanında oldu. Bunu bir insanlık ve Müslümanlık vazifesi olarak bildi. Böylece farkını ve farklılığını bir kere daha gösterdi. Türkiye, bu hak ve hakikat davasında yalnız kalacağını bile bile mazlumların gür sesi, kimsesizlerin kimsesi oldu. Din, dil, ırk ayrımı gözetmeden, çivisi çıkmış bu dünyada şiddete, işgale, teröre, sömürüye karşı durdu. Sömürge ve işgal politikası izleyen İsrail'e dersini verdi. Büyükelçisini geri çağırdı. Çirkin, alçak, ahlâksız, ruhsuz, vicdansız ve şerefsiz siyasete "dur" dedi. Tutarlı bir siyaset güderek krizi çok iyi yönetti. Başta ABD olmak üzere, bütün yandaş Batı ülkelerini Filistin'de yaşanan vahşet karşısında insafa ve izâna çağırdı. Durdukları yerin yanlış olduğunu yüzlerine haykırdı. Bir kere daha lisan-ı hâl ile "One minut" dedi.

           

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın HAMAS’ı terör örgütü değil mücahitler olarak gördüğünü açıklaması dünyada şok etkisi yarattı. Zira Erdoğan'dan bu kadar açık ve net bir hüküm beklemiyorlardı. Fakat maalesef iç siyasette bu hususta ayrışmalar oldu.

           

İsrail'e yaptırımlar uygulamayı bırakın,  kınama  konusunda bile birlik içinde olmayan Avrupa devletleri BM gibi çok kötü bir insanlık imtihanı veriyor. Bu kanlı savaşta, daha doğrusu soykırımda, ABD baş şeytan rolüne soyunmuş. İngiltere de her zaman olduğu gibi ABD'nin sağ kolu olma geleneğini sürdürüyor. Her zaman Türkiye'nin karşısında durmayı hüner sayan Fransa da destekçileri... Almanya, soykırımcı ataları Hitler'in günahını affettirmenin peşinde.... Aklı bir gelip bir giden, iki düşüp bir kalkan, boşlukla selâmlaşmasıyla meşhur ABD'nin titrek ve dönek Başkanı Joe Biden, İsrail'i ziyaret ederek desteklerini belirtiyor. Biden bu esnada kankası Netanyahu'ya öyle bir sarılıyor ki az kalsın adamın kaburgaları kırılacak. Onun akıl hocası olarak bilinen ABD Dışişleri Bakanı Bilınkın küstahça “Ben burada ABD Dışişleri Bakanı değil, bir Yahudi olarak bulunuyorum.” açıklaması yaparak barıştan yana olmadığını, İsrail'den yana olduğunu açıkça dile getiriyor.