Zengin bir yer altı coğrafyasının üzerinde oturan Uygurlar bu zenginliği hiçbir zaman hissedememişlerdir. Doğu Türkistan'ın yer altı ve yer üstü zenginlikleri tarih boyunca Çin tarafından sömürülmüş, bölgenin yerlileri olan Uygur Türkleri, tabir caizse varlık içinde yokluk çekmişlerdir.

Bölgenin bereketli topraklarından refah payı talep eden Uygurlar baskı ve yıldırmalarla sindirilmiş, nefrete ve şiddete maruz bırakılmıştır. Hak iddia edenlerin mabetleri ve okulları Çinliler tarafından yakılıp yıkılmıştır. Camilerde namaz kılmak, ramazan aylarında oruç tutmak ve Kur'an-ı Kerim okumak yasaklanmıştır. Bu zorbalıklar Uygur Türklerini yıldırmamış, aksine  inançlarına dört elle sarılmalarını sağlamıştır.

           

Çin'in baskılarından iyice bunalan Doğu Türkistanlılar seslerini bir türlü ilgili makam ve mercilere duyuramıyorlar. Çığlığa dönüşen titrek ve acılı sesleri sağır duvarlara çarparak geri dönüyor. Vicdanlar taşlaştığı için kimse onları anlamıyor veya anlamak istemiyor.

           

Bugün dünyada 1,6 milyarın üstünde  Müslüman yaşamaktadır. Bu aslında Müslümanlar için çok büyük bir güçtür. Fakat bu gücü yerinde, zamanında ve layıkıyla kullanamadığımız ayan beyan ortadadır. Bunun en büyük delili Uygur Türklerinin yaşadığı dramdır. İslâm dünyası Doğu Türkistanlı Müslümanların yaşadığı zulüm ve işkencelere hep duyarsız kalmaktadır. Hani nerede kaldı İslâm kardeşliği? Oysa Peygamberimiz Müslümanların tasada ve kıvançta bir olması gerektiği konusunda şöyle buyurmaktadır: "Birbirini sevmekte, birbirine acımakta ve birbirini görüp gözetmekte müminler, tek bir vücut gibidir. O vücudun bir organı rahatsız olunca öteki organların tamamı uykusuzluk ve derin bir rahatsızlık hisseder. Hasta olan organın ıstırabını daima paylaşırlar."

           

Asya'nın mazlumu Doğu Türkistan, mesafe bakımından Türkiye'den yaklaşık beş bin kilometre uzakta olsa da tarihî köken ve medeniyet bakımından ülkemizle adeta et ve tırnak gibidir. Onlarla güçlü tarihî bağlarımız vardır. Bu mahzun coğrafya siyasî açıdan Pekin yönetimine dahil olsa da kalben Anadolu'ya ve Türkiye'ye bağlıdır. Bu güçlü sevgi ve muhabbet bağını bugüne kadar kimse kesememiş, bundan sonra da kesemeyecektir.

           

Doğu Türkistan'da sayıları 35 milyon civarında olan Uygur Türkleri; Hun, Göktürk, Uygur ve Karahanlı devletlerini kuran büyük bir kültürün ve medeniyetin torunlarıdır. Çin Halk Cumhuriyeti’nin en batı noktasında bulunan Doğu Türkistan yaklaşık iki yüzyıldan beri kızıl güçlerin işgali altındadır ve özellikle son elli yıldır komünist Çin yönetiminin baskıcı ve zalim yönetimi altında ezilmektedir. Durum bu iken hem aynı dine, hem de aynı ırka mensup olduğumuz acılı, bağrı yanık Doğu Türkistan’a duyarsız kalabilir miyiz?  Yapmamız gerekenler o kadar da zor ve imkânsız şeyler değildir. Öncelikle bu durumu dünya kamuoyuna duyurmalıyız. Doğu Türkistan'da yaşananlar dünya gündeminden düşmemelidir.

           

Çin, Doğu Türkistan’daki Müslümanları yıldırmak ve sindirmek istiyor. Çünkü onlara tarihten gelen bir kin ve nefretle bakıyorlar. Onların şahsında eski Türk devletlerini görüyorlar. Çin Seddi'ni bile aşan kahraman ceddimizin gölgesinden dahi korkuyorlar.

Çinlilerde tarihten gelen iflah olmaz bir Türk düşmanlığı vardır. Buna bir de Müslümanlığımız eklenince şiddet ve nefret katlanmaktadır. Zira Çin devleti tek tip insan istiyor. Hakkını aramayan, milliyetini ve kültürünü unutan, mankurtlaşmış, koyun misali güdülen insanlar…  Böyle olmamak için direnenleri de kaba kuvvetle hizaya getiriyorlar.

Çin’in yaptığı soykırım ve asimilasyon zulmü son bulacak gibi görünmüyor. Aksine dünya sustukça her geçen gün daha da artıyor. Sözde insan hakları savunucuları Asya’da yaşanan bu acılara kulaklarını tıkanmış bulunuyor. Hayatları sonu gelmeyen çifte standartlardan ibaret olan Avrupalılar, köpekleri ölünce duydukları kederin onda birini bu insanların ölümüne duymuyorlar. Durum böyle olunca acılar dinmiyor, katlanarak çoğalıyor.

Ülkesindeki azınlıklara insanca muameleyi reva görmeyen kızıl Çin, Çinceyi ana dili olarak benimsemeyenlere iş ve aş vermemektedir. Çinliler kendilerini ayrıcalıklı saymaktadır. Uygur kökenli Müslümanlardan, eğitimde kendi dilini Çinceye tercih edenlere ilkel bir eğitim ortamı dayatmaktadır. Çinceyle eğitim görmek isteyenlere ise modern ortamlarda çağdaş eğitim vermektedirler. Vahşetin kol gezdiği Çin’de, başta Uygurlar olmak üzere, anadillerinde eğitim görmek isteyen azınlıkların iş almaları imkânsız denecek kadar zordur.