Merhaba... Yeni romanıma daha fazla zaman ayırmak için okurlarımdan bir süre uzak kalmıştım. Sayılı günler geçti ve HANZADE raflarda yerini almak üzere iken Taka'da buldum kendimi. Umarım keyifli yolculuklar yaparız. Hoş geliriz, sefalar getiririz.

Bu aralar manzara belli...

Nereye giderseniz, nereye bakarsanız fotoğraf çok benziyor.

Karadeniz'de gemilerimiz batmışçasına...

Dünyanın tüm dertlerini heybemizde toplamışçasına...

Bir yılgınlık, dalgınlık, bitkinlik çökmüş üstümüze.

Otobüste, parkta, bahçede, sokakta...

Daha önceleri pek aşina olunmayan bir şey...

Hemen herkeste bi asık surat...

***

Sanki koca evrenin yükü bizim omuzlarımızda!

Atlantik’te, Pasifik’te dev donanmamız…

Uzay istasyonunda sıkışıp kalmış bilim insanlarımız…

Göktaşları atmosfere düşmesin diye yola çıkmış araçlarımız…

Ve daha neler neler?

Hal böyle olunca büyük düşünüyoruz(!) ve hemen herkesin kafası allak bullak…

Oysa işçi, memur ve emekliyiz nihayetinde…

Biraz köylü, biraz sanatçı…

Yönetici, iş insanı…

Yerimiz yurdumuz belli, sorumluluğumuz…

Büyük düşün” denildiyse de bu denli büyük düşünmenin âlemi yok!

***

Kalabalık ortamların havası değişmiş.

Göz teması olmasın diye kimse kimsenin yüzüne bakmak istemiyor.

Sohbetlerde eski heyecan kalmamış.

Yeni bir döneme geçilmiş de bir bizim mi haberimiz olmamış?

ASD…

Asık Surat Dönemi...

***

Ellili, altmışlı ve yetmişli yaşlarını sürenler için geçmişle günümüzü kıyaslamak mümkün.

Fakir ama mutluyduk” sloganına dayandırılan sözler dökülür dillerden…

Alım gücü ortada, sofraya gelip gidenler, üst başa giyilenler…

Hayatın tüm aksaklık ve eksikliklerine rağmen yine de kahkahalar yükselirdi parklardan bahçelerden, evlerden iş yerlerinden…

Şimdilerde öyle mi?

Yıllardır üzerimizde uçmayan göçmen kuşlara dönmüş “gülümseme”…

Sanki gülmek gülümsemek parayla…

İşin edebiyatına kaçmadan söyleyelim, “kimsenin yüzü gülmüyor”.

***

Nereye baksan asık surat!..

Aynaya baksan da…

Nasıl da doldurmuşuz kendimizi, germişiz gerilmişiz?

Bu yüzden patlamaya hazır herkes.

Sinemaya tiyatroya gitmez, müze gezmez, maç izlemez, müzik dinlemez, yürümez, söyleşi ve imza günü bilmez, olacağı bu” diyerek açıklama getirilebilir.

Aslında işin kolayına kaçmadan üstüne üstüne gidelim sorunun.

Bu denli gerilmiş ve doldurulmuş bir toplumu esir ettiğimiz ekranlara bakalım.

Genel ve yerel yönetim hizmetlerine…

Suavi Sualp’in deyişiyle “Gene İyi Dayandık”…

***

Nereden nereye?

Eve ve iş yerine adım atanların, hava tahmin raporu okurcasına yüzüne bakılır, “canını sıkan bir şey mi oldu” sorusu mutlaka yöneltilirdi.

Tüm çalışanların asık suratlılardan oluştuğu bir iş yeri düşünsenize…

Cadde sokak…

Enerjiniz nasıl da yerlerde sürünür, motivasyonunuz?

***

Düşündüm de “asık surat” konusu çok su kaldırır.

Akademisyenler bu işi dert edinir, yönetmenler, yapımcılar, doktorlar…

Nasılsa bir şekilde çaresi bulunur” şeklinde iyimser yaklaşım yüzünden görmezden geliniyor.

Ya da “onca işin gücün arasında kaynayıp gider” deniliyor.

Fakat ne çaresi bulunuyor ne de kaynayıp gidiyor.

Uzaktan reçete yazma” dönemine geçildiğinde yaklaşık elli milyonun teşhisi şimdiden belli: “Asık Surat Sendromu”...

Sosyal medyada ‘asık surat’la ilgili ne var ne yok diye baktım.

Alerjisi var.

Bir de Irmak Arıcı’nın “Asık Suratım” adlı şarkısı, o kadar.

Yine de müzisyenler sağ olsun, önce onlar ayna tutuyor, soruna dokunuyor, ortaya getiriyor.

Ardından da diğerleri…

***

Sağınıza solunuza bakındığınızda…

Sosyal medyaya…

Sanırsınız ki bu ülkede sadece Karadeniz gülüyor.

Karadeniz insanı Türkiye’yi, dünyayı güldürüyor.

Sırf bunun için bile büyük bir alkışı hak ediyor.

***

Zaman zaman salgının boyutu değişse de…

Asık surat hiç yakışmıyor bize.

Sen, dünyanın en güzel coğrafyasında yaşa…

İnsanlık tarihini en çok etkileyen kültürlerden birine ait ol…

Kuzu kuzu köşene çekil, boyun bük, diş gıcırdat, kaş çat, surat as…

Bu fotoğrafı değiştirmek zorundayız.

Üşenme, erteleme ve vazgeçme hakkımız yok.

Çünkü güler yüzün ve güzel sözün yerini hiçbir şey tutmuyor.