Herkesin sevdiği bir şiir vardır hayatında. Kişi, duygularına tercüman olan bu şiiri diğerlerine nazaran daha çok sever, ötekilerden ayırır. Hatta her zaman yanında bulunması için ezberler.

Benim de en çok sevdiğim şiirlerin başında gelir Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Otuz Beş Yaş Şiiri”. Çok sevdiğim için de ezberlerim arasında yer alır. Otuz beş yaşını devirme arifesinde olduğum için midir nedir bilinmez. Ne diyordu bu şiirde Cahit Sıtkı:

          “ Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?

            Benim mi Allahım bu çizgili yüz?

            Ya gözler altındaki mor halkalar?

            Neden böyle düşman görünürsünüz,

            Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?”

Zaman nasıl da değiştiriyor insanı. Çocukluk, ilk gençlik, orta yaşlılık ve ihtiyarlık dönemleri birbirine hiç benzemiyor. Yüzümüz ve bedenimiz devamlı bir değişim hâlinde. Bir günümüz ötekine uymuyor. Belli bir yaştan sonra insanın aynalara bakası da gelmiyor. Aynalar mı yalan söylüyor, yoksa biz mi yalanız? Çözümü zor bir bilmece bu. Şirin son beşliğinde şair Cahit Sıtkı Tarancı, sözlerini şu ibretlik dizelerle bitiriyor:

“ Neylersin ölüm herkesin başında.

Uyudun uyanamadın olacak.

Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?

Bir namazlık saltanatın olacak,

Taht misali o musalla taşında.”

İnsan belli bir zaman sonra kabulleniyor yaşlandığını. Çünkü geriye dönüşü yoktur bu yolculuğun. Albümdeki resimleri ve Haşim’in güneş rengi bir yığın yaprak olarak nitelendirdiği anıları saymazsak gençliğimize dair elimizde hiçbir delil yoktur. Yaşamın bu safhasında elde var hüzün. Bunun sağlamasını da yapsanız çıkacağı budur.

Cahit’in dediği gibi ölüm herkesin kapısını çalacak. En enteresan olanı da ne zaman çalacağının belli olmaması. Aslında böylesi daha iyi bence. Ölümün vakti belli olsaydı hayat acı bir lokma gibi boğazımızda düğümlenirdi. Oysa şimdi yaşlısı, da genci de ölümü hem uzaklarda hem de çok yakında görüyor. Azrail hiç ummadığınız bir anda kapınızı çalıp emaneti geri istiyor. Bu noktadan sonra sizin rızanız sorulmuyor. Teslim oluyorsunuz bu davetsiz misafire.

Dünyada size değer verenler de, vermeyenler de taht misali o musalla taşında ellerini bağlayıp size olan saygılarını ifade ederek saltanatınızı ilan ediyorlar. Fakat bu sultanlığın ömrü iki rekâtlık bir namazın süresinden öteye gitmiyor. Birkaç dakikalık saltanat cemaatin iki tarafa selâm vermesiyle son buluyor. Bir kelebeğin ömründen çok daha kısa olan böyle bir saltanatı neyleyim. Saltanatın uhrevî hayatında da ebedî olmasını istiyorsan dünyada Hakk’a karşı köle olmasını bilmeli ve onun rızası üzere yaşamalısın.

Ölümün ne zaman ne şekilde geleceği belli değil. Onun için Resulullah Efendimiz “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışın” diyor. Bu demektir ki dünya ile ahiret hazırlığını dengeli yürütmemiz lâzımdır. Ecel her an gelmeye hazır… Ömür ne bir dakika uzatılabilir, ne de bir dakika kısaltılabilir. Nerede, hangi sebeple öleceğimiz levh-i mahfuzda yazılıdır. Bununla ilgili olarak anlatılan bir kıssa vardır. Bunu ilginç olması hasebiyle sizlerle paylaşmak istiyorum:

“Hazret-i Süleyman Aleyhisselam'ın yanında bir zat oturuyordu. Ölüm meleği geldi ve o kimseye öyle bir baktı ki, kendisine korku ve ürperme geldi. Bu gelenin kim olduğunu Süleyman Aleyhisselam’dan sordu. Ve ölüm meleği olduğunu öğrenince:
‘Ey Allah’ın peygamberi, ben ondan çok korktum. Beni Çin’e gönder de, ondan uzakta olayım.’ dedi.
Hazret-i Süleyman Aleyhisselam, rüzgâra emrederek o kimseyi Çin’e gönderdi. Biraz sonra ölüm meleği tekrar yanına geldi ve Süleyman Aleyhisselam ölüm meleğine sordu:

‘Biraz önce buraya geldin baktın ve gittin. Bu meraklı bakış ve aniden gidişinin sebebi neydi?’

Ölüm meleği cevap verdi: ‘Burada yanınızda oturan bir kimsenin, ruhunu Çin’de almakla emrolundum. Hâlbuki onu sizin yanınızda Kudüs’te görünce gayet şaşırdım ve hayret ettim. Oysa o kimse sizden Çin’e gönderilmesini istedi ve siz de bu isteği kabul ederek onu Çin’e gönderdiniz. Böylece ben de aldığım emir gereğince Çin’e giderek onun ruhunu aldım.’”

Bazı şeyleri birbirine karıştırmamak lâzımdır. İnsanın ne zaman, nerede, hangi sebeple öleceğinin Allah katında belli olması, insanın amellerindeki özgür iradesini ortadan kaldırmıyor. Ömrü uzatıp kısaltamazsınız ama gelecekte yaşayacağınız yerin Cennet mi Cehennem mi olacağını işlediğiniz amellerle belirleyebilirsiniz. İyilerin ve kötülerin görecekleri muameleyi kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim açıkça izah ediyor. Onun için hiç kimse bu konuda elinin bağlı olduğunu söyleyip çaresizliğini ilân edemez; etse de bu Allah katında geçerli bir mazeret olamaz. Kendi kendimizi kandırmayalım. Her şeyin bizde başlayıp bizde bittiğini bilelim. Bir namazlık saltanatımızın olduğunu aklımızdan çıkarmayalım.