Toplumlar hızlı değişmekte ve değiştikçe de bazı değerlerle çatışma durumuna gelmektedir. İnsanlar bu çelişkileri yaşarken eskinin değerlerine saygı duymakta fakat yeni olanları da uygulama durumunda kalmaktadır.
Bu çelişkili durum toplumlarda bazen ahenk oluşturmakta, insanlar geçmişin fikirlerine saygı gösterdikleri için çelişkinin ıstırabını yaşamamaktadırlar.
Ekmeğe karşı farklı kesimlerin göstermiş oldukları farklı yaklaşımlarda bunun örneklerini görmekteyiz.
Bizim toplumumuzda ekmek bir nimet olarak görülmüştür. Nimet kelimesinin, lütuf, ihsan, azık, ekmek, saadet, mutluluk anlamları bulunmaktadır. Bazı iş yerlerine “müşteri veli nimetimizdir” yazılı levhalar bulunmaktadır. Veli kelimesinin sahip anlamı da vardır. Bu bağlamda müşteri ekmeğimizin sahibi, bizi besleyen, bizi yediren manaları çıkmaktadır. Bu durumun kökeninde beslenmenin ana unsurunun ekmek olduğu imgesi verilmektedir.
İnsanlar buğdayı yaklaşık on bin yıl önce evcilleştirmişlerdir. Daha önceleri yabani bir ot olan buğdayı keşfeden insanlar, onu evcilleştirerek tabiatın en güzel alanlarına buğday ekmeğe başlamışlardır.
Daha önceleri avcı toplum olan insanlar, devamlı gezdikleri için birçok yiyeceğe ulaşma, vücutlarını her türlü gıda ile besleme imkânına sahiptiler. Buğdayın keşfedilmesi ve yerleşik hayata geçilmesiyle insanın vücuduna giren gıdalar sınırlanmaya başladı. Yerleşik hayatın en önemli besin kaynağı buğday oldu.
Buğday insanların beslenme çeşidini sınırlarken, aynı zamanda onlara yarın için bir garanti vermeye, onları açıklıktan korumaya başladı. Yarın ne yiyeceğim kaygısını yaşamayan insanlar buğdaya, ondan yapmış oldukları ekmeğe çok büyük değer vermeye, onu bir nimet olarak görmeye başladılar.
İnsanların yarını için bu kadar değerli olan buğday, aynı zamanda çok nazik bir bitkidir. O insanları açlıktan korurken, insanlar da onu korumak durumunda kalmışlardır. Zira buğday taşlık alanlarda, yabancı bitikler arasında yetişmemektedir. Bu nedenle insanlar onu korumak için elleri ile yabani otları yolmuş, taşları onun etrafından uzaklaştırmışlardır. Böylece insanlarla buğday ekini arasında dostane de bir ilişki başlamış, ikisi de birbirlerini koruyarak var olma savaşında birbirlerinden güç almış, güç birliği yaparak dünyanın en önemli unsuru olmuşlardır.
Kuraklık, savaş, yokluk zamanlarında ekmeğin önemini kavrayan insanlar, ekmeğe kutsiyet atfetmişler, ekmeği yere atanlara şiddetle tepki göstermişler, ekmeği yüksek yerlere koymaya, onu yerden alırken öperek alınlarına götürmeye başlamış, onu nimet olarak görmüşlerdir.
İnsanlar “ekmek çarpsın” diye yeminler ederek, ona kutsiyet atfetmişlerdir. Gördüğü iyilikleri unutanlara Farsça ekmek manasına gelen nan kelimesinden hareketle nankör demişlerdir. Ekmeğin bol olduğu yerlerde ise şükürlerini dile getirmekten çekinmemişlerdir. Divan şairi Surûrî bir şiirinde “Bin dilim olsa yetişmez bir dilim nân şükrüne” derken toplumun ekmeğe karşı duymuş olduğu şükrün ifadesini dile getirmiştir.
Ekmeğe hürmet edilmesinde Peygamberimizin insanların birbirlerine ekmeği ikram etmelerini ve sofrada ekmek kırıntılarını yemelerini tavsiye ettiği bilinmektedir. Fakat İslamiyet’in ilk dönemindeki yemek kültürü ile ilgili yapılan çalışmalarda Peygamberimizin arpa ekmeği yediği, buğday ekmeğini doyasıya yemediği şeklinde bilgiler bulunmaktadır.
Geçmişte ve günümüzde insanların beslenmeleri için çok büyük değeri olan ekmek için günümüzde olumsuz görüşler bildirilmeye başlandı. Tıpla ilgilenen kişiler ekmek tüketiminin azaltılmasını, fazla ekmek tüketiminin insan sağlığı için zararlı olduğunu söylemeye başladılar. Bunda gerek ekmeğin içeriğinin bozulmasının gerek zenginlik nedeni ile yemeklerde bolluk olmasının etkisi bulunmaktadır. Fakat şurası bir gerçektir ki geçmişte zenginlerin bolca tükettiği, zenginliğin alameti olan ekmeğin günümüzde fakirlere özgü tüketim olduğu görüşü yaygınlaşmakta, hatta yine buğdaydan yapılan makarna için bile aynı görüşler dile getirilmektedir.
Geçmişte “ekmek parası” için çalışan insanlar, artık daha büyük zenginliklerin hayalini kurmaktadırlar.