Türk toplumunun ekonomik ve sosyal hayatını etkileyen, zevk dünyasını şekillendiren kahve, aynı zamanda geçmişten beri ülkeyi yöneten hâkim güç ile halk arasında sorun oluşturmuştur. Günümüzde kahve özelinde yaşadığımız bazı sorunlar, geçmişte yaşadıklarımızla benzerlik göstermektedir. Sadece bir içecek olan kahve üzerinde tarihten beri bazı sorunlar yaşamaktayız.
Ebusuud Efendi’nin “fasık içeceğidir, tüketimi haramdır” fetvası ile birlikte Yemen’den gelen kahve dolu gemileri denizde batırdık, kahvenin halk arasında yayılmasına engel olamadık…
Kahveyi Avrupa’ya tanıttık, onlar kahve tüketmeye başlayınca iç piyasayı düşünerek kahvenin Avrupa’ya satışını yasakladık ama bunda da tam başarılı olamadık.
Bizden kahve ithali yasağını alan Avrupalılar, bizden almış oldukları fideleri sömürü ülkelerinde yetiştirerek onu ticari metaa dönüştürdüler. Biz ise dışarıya satışına yasak koyduğumuz kahveyi yüz yıl sonra Avrupa’dan satın almaya başlayarak kahveyi kendi geniş coğrafyamızda yetiştirmede başarılı olamadık.
Kahvelerin dolu, camilerin boş olmasına tahammül edemeyerek kahveleri kapatmaya, kahve tütün tüketenlere büyük cezalar vermeye başladık fakat yine de kahve tüketiminin yayılmasına engel olamadık.
Kahveyi Avrupa’ya tanıtan Osmanlı’nın torunları olarak bizim kahvemizi Avrupa’dan cafe, nescafe şeklinde geri aldık, kahvenin ismini koruyamadık.
Daha sonra kahveyi markalaştırarak milyar dolarlar kazanan Avrupalılara isim hakkı ödeyerek ülkemizin her köşesine cafeler ( starbuckslar) açtık, orada Espresso, Latte, Capuccino, Americano, Macchiato, Mocca vb. çeşitlerini gençlerimize satarak onları “Türk kahvesi” ile buluşturup kendimize ait damak zevkimizi koruyamadık.
Batı’nın kahveyi ticari ve kültürel sömürü aracına dönüştürmesine isyan edip Batı’yı taklit ederek Espressolab diye marka oluşturduk, şimdi bu markayı boykota başladık.
Geçmişte kahve içenleri cezalandırıyorduk, bugün içtikleri markayı cezalandırmaya başladık.
Geçmişte kahve içenlere namazsız, dinsiz diyorduk. Bugün boykotlu kahveyi içenlere, yerel, yobaz, gerici demeye başladık.
Geçmişte Osmanlı’da ilk kahvehaneyi Hakem adlı bir Halepli açmıştı, bugün de kendimize ait bir marka oluşturmada başarılı olamadık.
Dün ticareti içimizdeki Rum ve Ermenilere kaptırmıştık, bugün dışımızdaki ecnebilerin markasının borazanlığını yaparak kendimiz olmayı başaramadık.
Türk kahvesi Avrupa’da yayılmaya başladığı zaman başta İngiltere olmak üzere birçok Avrupa ülkesindeki birahane sahipleri Türk kahvesinin (kâfir Müslüman kahvesi derlerdi) içki tüketimini azalttığını, bunun hem ülke ekonomisine zarar verdiğini, Hristiyan kültürüne uymadığını dile getirerek karşı çıkmışlardır.
Gerald Maclean ve Nabil Matar “İngiltere ve İslam Dünyası” adlı kitapta içki ticaretinin kahvehanelere kaydığını gören bazı birahane sahiplerinin İslami kahve çekirdeğinin cinsel dürtüleri azalttığını, onu içen kişilerin İslam’a geçme ihtimallerini artırdığını, bu durumun 1650’lerde İslam’ı millî bir din hâline getirmeye çalışan Cumhuriyetçilerin bir komplosu olduğunu iddia ettiklerini dile getirmektedir.
Hatta II. Cherles 1675 yılında Londra’daki kahvehanelerin kapatılması için emir vermiştir. Fakat İngilizler tütün ve kahveyi ticari bir metaa dönüştürmeyi ve ondan para kazanmayı başarmışlardır.
Bugün bizde kahvehaneye karşı çıkanlar ise yerli olanı boykot etmeye çalışmaktadırlar. Aradan 350 yıl geçmiş olmasına rağmen hâlâ onların seviyesine gelemedik.
Yazar Ahmet Mithat Efendi, Almanların birasız, Fransızların şarapsız, İngilizlerin çaysız duramayacağı gibi Türklerin de kahvesiz duramayacağını belirtmiştir. Bu ülkelerin hangisi millî içeceklerine karşı bu kadar duyarsızdır, hangisi kendi içeceğini dışarıdan tedarik etmektedir? Hangi devlet kendileri ile özdeşleşmiş bu simgelerine bu kadar saygısızca davranmakta, hatta onun üretimini yabancılara kaptırmaktadır?
Maalesef her konuda olduğu gibi kahve konusunda da bir birlik oluşturup ağız tadı ile bir kahve içmeyi başaramadık.