Temmuz ayının son günlerinde İtalya, Fransa ve İsviçre’yi görme imkânı buldum. Bir hafta süren bu seyahatim esnasında Roma, Milano, Floransa, Cenova, Siena, Pisa, Bergamo, Verona, Venedik, Nice, Monaco, Bern gibi dünyaca ünlü şehirleri gezme ve inceleme şansını yakaladım.
Bu şehirleri gezerken ilk dikkatimi çeken husus, tarihi dokuya gösterilen saygıydı. Bilhassa İtalyanların, antik dönemden kalma tarihi eserleri bile korumaya özen gösterdiklerini müşahede ettim. Hemen her şehirde büyük ve eski bir katedralin etrafında geniş meydanlar kurularak, geceleri bu meydanların her birinde etkinlikler tertip edilmekteydi.
İtalya’da bir sokağa girdiğiniz zaman aynı yol üzerinde hem Rönesans hem Gotik hem de Romanesk tarzda yapılmış mimari eserlere rastlamanız mümkündür. Hele hele Roma ve Floransa’ya gittiğinizde adeta ağzınız açık kalacak şekilde büyük ve devasa tarihi yapıları görürsünüz.
Michelangelo’nun ünlü Davut heykelinin önünde binlerce turistin fotoğraf çekme yarışı içinde olduğunu görür, Medusa heykeline baktığınızda ise hikâyesini okuyarak geçmişe yolculuk yapabilirsiniz.
Pisa Kulesi’ni bakınca yapıyı şaşkınlık içinde izler, Collesium’a girdiğinizde geçmişteki gladyatör dövüşlerini hayal etmeye başlarsınız. Sularla kaplı Venedik’e vardığınızda ise gondollarla şehir içinde tarihe yolculuk yapabilirsiniz. Siena’ya vardığınızda ise tam bir Ortaçağ kenti ile karşılaşırsınız.
Neticede şunu ifade etmek gerekir ki İtalyanlar, kendi tarihlerini koruyup, muhafaza ederek tüm dünyaya buraları pazarlama becerisini göstermişlerdir. Zira İtalya, dünyada turizm gelirlerinin en fazla olduğu ülkelerden biridir.
İtalya’da yukarıda saydığım yerleri gezerken ister istemez aklıma kendi şehrim Trabzon geldi. Tarihini koruyamayan, plansız programsız yapılaşan, geçmişini dozerlerle ortadan kaldıran, bir zamanların şirin kıyı kenti Trabzon.
Trabzon’un bugün bu manzara içine girmesi son yüzyıl içinde yaşananlarla ilgilidir. Bu süreçte yaşananlar da Trabzon’u adeta geçmişinden kopartmıştır. Trabzon’da tarihi değerlerin ortadan kaldırılma süreci Birinci Dünya Savaşı ile başlamış, şehri işgal eden Ruslar, kendi askeri hedefleri doğrultusunda kenti yeniden imar etmeye kalkışmışlardır. Bu kapsamda bugünkü Maraş Caddesi’ni açan Ruslar, ibadethaneleri ve yerleşim yerlerini tahrip etmiş ve birçok tarihi malzemeyi de Rusya’ya kaçırmışlardır.
Trabzon’un tarihi kimliğine ikinci darbe Cumhuriyet sonrası vurulmuştur. Yeni rejimin gerekleri doğrultusunda imar edilmeye çalışılan Trabzon’da, eskiyi hatırlatan hemen her şeyin izi silinmiştir. Avrupa’daki zihniyetin tam aksi bir şekilde ilk olarak Gülbahar Hatun Cami ve Medresesi, ardından bugünkü Gazi Paşa Caddesi’nin bitiminde Emperyal Mevkiinde bulunan tarihi Metropolitan Kilisesi ve saat kulesi ortadan kaldırılmıştır. Halk arasında Sümer Sineması ya da opera binası olarak anılan bina gibi tarihi yapılar ise çok basit nedenler bahane edilerek yıkılmıştır.
Trabzon’un tarihi geçmişini yok ederken burada yaşayan insanların da geçmişle bağları kopartılmıştır. Oysa yukarıda İtalya örneğinde olduğu gibi Avrupa’da her hangi bir ülkeyi veya şehri gezdiğinizde birçoğunun eski mimari yapısını muhafaza ettiği görülür. Burada yaşayanlar da bu sayede geçmişleri ile sağlam bağlar kurarak kendi tarihlerine bağlılık duygusu hissetmeye başlarlar. Oysa geçmişi yok edilmiş bir şehirde böyle bir durum söz konusu olamaz.
Dolayısıyla bizler şehirlerimizdeki tarihi mirası hoyratça yok ederek aslında kendi geçmişimizle bağlarımızı koparıyor, tarihimize yabancı bir hale geliyoruz.