Türk tarihinin en özel sayfalarından biri de şüphesiz eskilerin “Boğaz Harbi” dedikleri Çanakkale Savaşı’dır. Bu savaşta emperyalistler artık, Osmanlı Devleti’ni tarih sahnesinden silerek Türkleri kendi tabirleriyle “Küçük Asya’dan Orta Asya’ya gönderme” düşüncelerini hayata geçirmek istemişlerdir.
En üstün silahlarla ve sömürgelerden toplanan on binlerce askerle Çanakkale Boğazı’na çıkarma yapan emperyalistler, daha birkaç yıl önce Balkan Savaşı’nda perişan olan Osmanlı askeri gücünü dikkate alarak zaferin kaçınılmaz olduğunu düşünüyordu.
Esasen Osmanlı Devleti de XIX. Yüzyıl boyunca boğazların tahkim edilmesi konusunda oldukça hassas davranmıştır. Bilhassa Sultan Abdülaziz’in inşa ettirdiği Aziziye Tabyaları ile II. Abdülhamit’in yaptırdığı Hamidiye Tabyaları da bu hassasiyetin bir yansımasıydı.
Bu noktada Sultan II. Abdülhamit’e ayrı bir parantez açmak gerekir. Zira ileri görüşlü bir insan olan Sultan Hamit, baş kimyacısı Polonyalı Bankowski’ye, Boğazlarla ilgili bir rapor hazırlatmıştır. 1897’de hazırlanan deniz savunması konulu raporda, olası bir saldırı karşısında düşman gemilerinin geçişine engel olacak torpillerin döşenmesi hususu ele alınmıştır.
Osmanlılar, ayrıca var olan donanmalarını güçlendirmek için Donanma Cemiyeti’ni kurmuşlardır. Bu cemiyet sayesinde yurt dışından mayınlar getirilerek boğazın en dar yerlerine yerleştirilmiştir. Mayınların temininde adı geçen kişilerden biri de o zamanlar bahriye askeri olan Trabzonlu Ali Şükrü Bey idi.
“5 dakikada geçer 5 çayını İstanbul’da içeriz” diyerek zaferden emin olan İngilizler, ilk saldırıyı 19 Şubat’ta gerçekleştirdiler. Bu arada Çanakkale Deniz Savaşları’nın hemen öncesinde Osmanlı Devleti, boğazları kapatmıştır. Ayrıca Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanlığı kurulmuştur. Söz konusu birimin başına da Cevat Çobanlı Paşa getirilmiştir.
Osmanlı Devleti’nin karşısında “Yenilmez Armada” vardı. Bu durumu en iyi açıklayan kişilerden biri de olan Alman Binbaşı Eric Piegel “Bir tarafta XX. Yüzyılın mühendislik harikası dretnotlar bir tarafta ise gıcırtılı şekilde inleyerek ilerleyen öküzlerin çektiği top arabaları ve Truva Savaşlarından kalma ulaşım araçları” vardır diyordu.
19 Şubat-18 Mart tarihleri arasında devam eden deniz savaşlarında son ve kesin saldırı 18 Mart günü yapıldı. Queen Elizabeth, Agamemnon, Lord Nelson, Inflexible tarafından yapılan saldırılar Nusret Mayın gemisinin mucizevi direnişine takılmıştır.
Cevat Paşa ve Selahattin Adil Bey’in komutasıyla iyi bir sınav veren Türk Ordusu, bu sefer daha kanlı bir savaşa yani kara saldırılarına maruz kalmıştır. 25 Nisan 1915’de başlayan kara saldırıları Aralık ayına kadar devam etmiştir.
Bu savaş sırasında özellikle Anafartalar Cephesi’nde Yarbay Mustafa Kemal, Conkbayır’ı ve Karaçimen’de ilerleyen Anzak Ordusunu geri püskürtmüştür. Bu savaş Mustafa Kemal Paşa’yı da bir anlamda tarih sahnesine çıkarmıştır.
Kara savaşları adeta göğüs göğse cereyan etmiştir. Büyük kahramanlıkların yaşandığı bu savaşta tarihe kazanacak bir cesaret gösteren Mehmetçiğin durumunu en iyi anlatan kişi ise İngiliz General, Hamilton idi. “İnsan ruhunu yenmek kolay olmuyor. Dünyada hiçbir ordu bu kadar uzun süre ayakta kalamaz. Aylardan beri savaş gemilerimiz gece gündüz mevzileri bombalıyor. Son derece hırpalanmış Türkleri onları koruyan tanrılarından ayırmak için başka ne yapılabilir?”
İngiliz komutanın hayran kaldığı şey aslında Türk Milletinin inancına ve vatanına bağlılığıydı. İşte bizi biz yapan bu ruha yani Çanakkale Ruhuna her zamankinden daha fazla bugün ihtiyacımız vardır. Bu ruhu milletimize anlatmak da biz eğitimcilerin en asli görevi olmalıdır.