Büyük bir kalp ameliyatı geçiren Mehmet Bey, bu süreçte telefonlarına bakamaz olunca onun yerine eşi telefonlarına cevap vermeye başlamış. Bu dönemde Mehmet Bey’i arayan bir kişi, Mehmet Bey’in bu aylık kira ücretinin ödenmediğini, kira ücretinin tarafına yatırılmasını talep etmiş. Mehmet Bey’in eşi karşı tarafa yanlış numarayı aradığını, eşinin kırk yıldır kendi evinde oturduğunu ve kirada oturmadıklarını söylese de karşı taraf bu iddiasını sürdürmeye devam etmiş.
Telefon konuşmasının sonunda, arayan kişinin doğru kişiyi aradığı ve Mehmet Bey’in ailesinden gizlice kiralık bir ev tuttuğu ve her ay muntazam şekilde de kirasını ödediği ortaya çıkmış. Kadın, eşinin kendisini aldattığından şüphelenmeye başlamış ve bu durumu çocuklarına söylemiş. Çocuklar, babalarının şu anda ağır bir süreç geçirdiğini bu nedenle konuyu şimdilik kapatmaya, iyileşince bu durumu kendisine sormaya karar vermişler. Adam zaman sonra iyileşince durumu ona izah ederek sebebini sormuşlar.
Meğer adam bir kitap tutkunuymuş, çocuklarından bu durumunu dinleyince, yıllardır gözü gibi baktığı kitaplarının evinin en kötü odasında durduğunu, eşinin kitaplarından şikâyetinden usandığını ve nihayetinde kitaplarını bir yerlere bağışlayacağını söyleyerek yeni bir ev kiraladığını, her akşam işten çıktığında kiraladığı eve giderek orada birkaç zaman geçirdiğini, cumartesi pazar günleri fırsat buldukça o evden çıkmadığını, orada kitapları arasında çok mutlu ve huzurlu saatler geçirdiğini söyleyerek durumu açıklığa kavuşturmuş.
Türkiye’de geçen bu olayda da görüldüğü gibi kitaplar, kitap tutkunları için çok değerli olmasına rağmen aynı zamanda sahipleri için çok büyük bir yük ve sorumluluk getirmektedir. Fazla kitabı olan kişiler kirada oturduğu zaman her taşınmada bu kitapların nakli hane halkına büyük sorunlar çıkarmaktadır.
Kitap tutkunu olan birisinin önce ev sahibi olması, sonra geniş bir evinin ve de kitaplarla iyi geçinen eş ve çocuklarının olması gerekmektedir. Türkiye’de bu kadar şartı sağlayacak aile sayısı maalesef çok az olmaktadır.
Eskiler kitabın güve ve kadın olmak üzere iki düşmanının bulunduğunu; bunların kitabın ömrünü tükettiğini dile getirmişlerdir.
Güveler (haşere, kurtçuklar) kitabın kenarlarını kemirmekte, kitaba zarar vermekteydiler. Bu durumu önlemek için kitapların kapağına “ya hafız, ya kebikeç” kelimeleri yazılır, bu yazı ile birlikte kitaba böcekler tarafından verilecek zararı önleyeceklerini düşünür, kitaba verilen değeri ortaya koyarlardı.
Kebikeç Hindistan’da yetişen ve maymunların ona sürünerek haşereden kurtuldukları bir otun adıdır. Bu ottan elde edilen mürekkep ile “ya hafız ya kebikeç” kelimelerinin yazılması, haşerelerin sadece koku nedeni ile kitaptan uzak durması sağlanmıyor, aynı zamanda ya hafız kelamı da kullanılarak koruyucunun da koruyucusu olan Allah devreye sokuluyordu.
Osmanlı döneminde kadınlar fazla dışarı çıkmadıkları için onların dünyası daha ziyade evlerinin içi olmaktaydı. Kadınların en mutlu, en huzurlu oldukları yerleri kendi yuvalarıydı. Onlar evlerini kendi estetik zevklerine göre düzenler, yılda birkaç kez eşyaların yerlerini değiştirerek iç dünyalarında huzuru yakalardılar. Kitaplar ise hem evin içinde büyük bir yer tutmakta, hem de farklı ebatlarda oldukları için estetik bir duruştan uzak olmaktaydı. Bu nedenle evin içinde biraz da dokunulmaz olarak duran ve zamanla evin estetiğini bozan kitaplara kadınlar pek hoş bakmaz, onlardan kurtulmayı çok isterlerdi.
Günümüzde okullarda özellikle kız öğrenciler erkek öğrencilerden daha fazla kitap okumakta, kadınlarımızda da kitap sevgisi çok hızlı bir şekilde yayılmaktadır. Bu sevgi zamanla evlerde ortak bir zevk oluşturacak, kitaplar da evin içinde daha müstesna bir yere sahip olacaktır.