Yüce Allah'ımıza nihayetsiz şükürler olsun ki bizleri bir ramazana daha kavuşturdu. Recep ve Şaban'ı bize mübarek kılan Allah bizi ramazana ulaştırdı. Oysa geçen sene ramazana erişip de oruçlarını tutan binlerce insan bu ramazana kavuşamadı. Onun içindir ki bu mübarek aya erişmek ve gereğini yerine getirmek bir lütuf ve ihsandır.
Ramazanın alâmet-i farikası olan oruç kavramı “bir şeyden uzak durmak, bir şeye karşı kendini tutmak” anlamına gelen Arapça savmın (sıyâm) Farsça karşılığı olan "rûze" kelimesinin Türkçeleşmiş şeklidir. Terim olarak oruç, tan yerinin ağarmasından güneşin batmasına kadar şer‘an belirlenmiş ibadeti yerine getirmek niyetiyle yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durmayı ifade eder. (TDV İslâm Ansiklopedisi)
Ramazanda oruç yasakları (yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durma) imsak vaktine kadar devam eder. Bu yönüyle imsak oruca başlama zamanıdır. İftarla birlikte yukarıda belirttiğimiz geçici yasaklar da son bulur. Oruçlu helâl dairesinde yer ve içer.
Yüce Rabbimiz ramazan orucunun farz oluşuyla ilgili olarak Bakara Suresi'nin 183 ve 184. ayetlerinde "Ey iman edenler! Sizden öncekilerin üzerine yazıldığı gibi sakınasınız diye sizin üzerinize de sayılı günlerde oruç yazıldı. İçinizden hasta veya yolcu olan, başka günlerden sayısınca tutar. Orucu tutmakta zorlananlar için bir yoksulun (günlük) yiyeceği kadar fidye yeterlidir. Bir iyiliği mecbur olmadan yapan için bu (yaptığı) iyidir. Ama orucu tutmanız -bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır." buyurmaktadır.
Yegâne rehberimiz olan Resulullah (sav) Efendimiz "Oruçlunun iki sevinci vardır: Biri iftar ettiği vakit, diğeri de Allah'a kavuştuğu zamandır." buyurarak orucun kullar için iki cihan saadetine vesile olduğunu belirtir. Ramazanın yeri göğü kuşatan feyzinden ve bereketinden istifade etmek için orucumuzu büyük bir teslimiyet bilinciyle ve de samimiyetle tutmalıyız.
Ramazan deyince aklımıza iftar topu, iftar sofrası, mâniler okuyarak halkı sahura kaldıran ramazan davulcusu, sahur sofrası, şerefelerinde kandiller yanan minareler, mahyalar, camilerde veya evlerde okunan mukabeleler, teravih namazları, Kadir Gecesi, arife günü ve Ramazan Bayramı gelir. Ramazan deyince akla hayırda yarışmak (zekât, sadaka) gelir.
Hanelerimize huzur ve saadet getiren ramazanın gönül iklimimizi kuşatan manevi bir atmosferi vardır. Zamanla kirlenen ruhlarımız o iklimde arınır, ak pak olur. Dünyamızı şereflendiren mübarek ramazan hem bedenimizde hem ruhumuzda hem de sosyal hayatımızda huzuru temin eder. Ramazanda tutulan oruç sayesinde tabir caizse vücut yıllık bakıma alınır.
Bir gönül insanı olan Abdülbaki Gölpınarlı der ki "Sûfilere göre avâmın orucu, yemekten içmekten, cinsî muâmeleden çekinmektir. Havâssın orucu, ağzı-dili, gözü-kulağı, eli-ayağı, aklı-fikri her türlü kötülükten arındırmaktır. Ahassü'l- havâsin orucuyla, Mutlak varlıkta yok olmak, O'nun varlığına bürünmek, O'ndan başka varlık görmemektir."
Tasavvuf edebiyatımızın gür sesi Yunus Emre bir şiirinde "Oruç, namaz, gusül, hac hicaptır âşıklara/Âşık bundan münezzeh hassü'l-havâs içinde/Orucuna dayanma, namazına güvenme,/İlm-ü âmel mât olur nâz-ü niyaz içinde" diyerek bu ibadetlerin her mümin tarafından yapılması gereken mutat (alışılmış) işler olduğunu, onlara güvenilmemesi gerektiğini, çok daha fazlasının samimi bir niyetle yapılmasının önemini dile getirir.
Oruç bizi arzuların köleliğinden kurtararak manevî cihetle azat eder. Bizi her türlü kötülüklerden bihakkın korur. O, insana yaratılış gayesini hatırlatır. Orucu hakkıyla ve lâyıkıyla tutan insan haramlardan uzak durur, kötülüğe bulaşmaz. Her ne yaparsa Allah rızası için yapar. Oruç tutan kişi hiçbir zaman başkasının malını çalmaz, ırzına tasallut etmez.
Allah rızası için imsaktan iftara kadar her türlü yeme içme işini bırakan kişi, ömrü boyunca kıt kanaat geçinenleri daha iyi anlar, böylece empati duygusu gelişir. Devamında zekât ve sadaka müessesesini işletir, fakir fukaranın, garip gurebanın elinden tutar. Böylece toplumda kardeşlik duygusu gelişir, muhabbet artar; kıskançlığın esamisi okunmaz.