12 Eylül öncesinde rahat bir şekilde eğitim görmek, mezun olduktan sonra işe girmek kolay yapılacak işlerden değildi. Ben de bu sıkıntıları çektim. Okulu bitirip, diploma aldıktan sonra Bülent Ecevit’in Milli Eğitim Bakanı merhum Necdet Uğur’un imzasını taşıyan matbu bir mektup, Yozgat İli, Akdağmadeni İlçesi, Karamağara Ortaokulu’na Edebiyat Öğretmeni olarak tayin edildiğimi müjdeliyordu.
Yozgat, 12 Eylül 1980 öncesinde mutedil veya ılımlı da olsa ben ve benim gibilere de yasak bölge idi. Gidemedim ve diplomamı bir daha hiç bir yerde kullanmak nasip olmadı.
1979 yılında yarı şaka, yarı ciddi bir şansımı deneyeyim diyerek Trabzon basın hayatına Hürriyet’in kattığı Karadeniz Gazetesi’ne muhabir olmak için başvurdum. Nezih Demirkent, Yalçın Kamacıoğlu, Uğur Gürsoy, Sinan Tanyıldız, Fikret Kalmuk ve Serpil Pınar gibi Hürriyetçi ağır ve güzel abilerin yanında Nurgül Elbir (Yasa) ile birlikte gözlemci (yani çömez) muhabir olarak işe başladık.
Aradan çok geçmeden Hürriyetçiler, gazetedeki ortaklıktan ayrılarak bizi kaderimizle baş başa bıraktılar. Onlar gittikten sonra kader, benim hayat çizgimi çizmiş ve ilk patron olarak karşıma Mustafa Şamil Ekinci’yi çıkarmıştı. Trabzon’un ilk ofset yayın organı olan Karadeniz Gazetesi’ni bir dönem Sorumlu Yazı İşleri Müdürü sıfatıyla bana emanet eden Şamil Bey(Sonraları Şamil Abi) Trabzonspor’un gerçek, hakiki ve unutulmaz efsane başkanıydı. Yıllarca beraber çalıştık.
Şamil Bey, benim patronum olduğu yıllarda ne başkan ne de yöneticiydi.
Fakat, bir çok başkandan bir çok yöneticiden daha çok Trabzonspor ile hemhal olur, çıkmazlarda çözümler üretirdi. O bir değil, çok bilendi. Çok zeki, bilgili ve genel kültürü yüksek bir iş insanıydı. Bu nedenle akıl danışılan tam bir akıl adamdı. Onun masasınım arkasında zamanın Cumhurbaşkanı merhum Fahri Korutürk’ün elinden aldığı Şampiyonluk Kupası’nı havaya kaldırırken yüzündeki o tebessüm zafer kazanmış mütevazi bir komutan edasının yanı sıra alçak gönüllülüğün de en iyi ifadesi olarak hafızamdadır.
Yıllarca birlikte çalıştıktan sonra gün geldi ve yollarımızı ayırdık. İstanbul her ikimizin de tekrar buluşma yeri olacak diye sevindim ama çok sınırlı görüştük. Son yıllarını Bodrum’da geçirdiği için bayramdan bayrama telefon açıyor bayramlaşıyorduk. Benden hayli büyük olmasına ve patronluğumu yapmasına rağmen bana hiç bir zaman adımla hitap etmezdi. “Musa Bey, çok teşekkür ederim” derken çok mutlu olduğu sesine yansırdı. Kırşehir’den gelerek Trabzon’da un fabrikası kurmasının hikayesini bana şöyle anlatmıştı.
Rahmetli babası Ali Rıza Ekinci, ticari faaliyetlerini geliştirmek için yeni bir un fabrikası kurmaya karar verir. Askerden yeni gelen oğlunu en güven duyduğu yol arkadaşı, hemşehrisi rahmetli Hasan Noyan (Karadeniz Gazetesi’nin merhum yazı işleri müdürü Mustafa Noyan’ın babası) teslim ederek “Gidip bakın nereye bir fabrika kurabiliriz”. Kırşehir’den çıkıp Samsun’a oradan Ordu’ya ve sonra da Trabzon’a gelirler. Trabzon’u beğenip burada fabrika kurmaya karar verirler.
Bana kalırsa Trabzon’u seçmelerinde en büyük etken İstanbul’da bulunan Fevziye Mektepleri Vakfı bünyesindeki Nişantaşı’ndaki ünlü Işık Koleji’nde okuması, orada Trabzonlu Negiz ve Cengiz Ongan kardeşler ve Tamer Alemdar ile yakın arkadaşı olmasıydı. Çünkü, bu üç isim ve Süha Akçay en yakın ve en sık görüştüğü kişilerdi.
Şamil Bey’i zamansız kaybettik. Vefat haberi Kıbrıs’ta KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar beyefendiyi ziyaret anında öğrendim ve onunla da paylaştım. Ekinci Ailesi’ne ve Trabzonsporlular’a başsağlığı dileklerini iletmemi benden rica etti ve taziye mesajı yayınlanması içim danışmanlarına talimat verdi.
Ona karşı son görevimi ne yazık ki yapamadım, cenaze namazı kılınırken ben geri dönüş için uçaktaydım. Alihan’a, Korhan’a, Eda’ya ve Rana’ya sabır ve başsağlığı diliyorum.
Değirmendere’deki fabrika Karadeniz Gazetesi’nin Gazipaşa ve Atatürk Alanı’ndan sonra taşındığı ve halen orada faaliyet gösterdiği yer oldu.
Şamil Bey, Hürriyet’in hisselerini Utku Bozoğlu ile ortak devralmış, bir süre sonra Utku Bey ortaklıktan ayrılmıştı.
İstanbul’a taşınmaya karar verdiğinde gazeteyi Çaykaralı merhum iş insanı İbrahim Cevahir’e satmış, o da merhum Mehmet Ali Yılmaz’a devretmişti. Gazetenin bu gün hala yaşıyor olması bence bu üç iş insanının fedakarlıkları sayesindedir.
Onları rahmet, saygı ve sevgiyle anıyorum. Ruhları şad, mekanları cennet olsun.