Futbol adına gün geçmiyor ki yeni bir krizi kucağımızda bulmayalım.  Bir hakem saha ortasında üstelik bir kulüp başkanı tarafından yumruklanıyor, bir başka müsabaka da bir kulüp başkanın müdahalesi ile yarıda kalıyor.

Ekonomik olarak tarihin belki de en kötü günlerini yaşıyor kulüpler. Tüm bunlar yetmezmiş gibi sırf Galatasaray ile Fenerbahçe kulübüne maddi menfaat sağlamak adına futbolun ruhuna uymayan bir ülkede Süper kupa finali planlanıyor ve neredeyse iki ülke arasında diplomatik bir krize neden oluyor.

Normal şartlarda bu yaşananların yarısı gelişmiş bir ülkesinde yaşansa ilgili ülke federasyonu tüm kurullarıyla hemen o akşam istifa eder, bir daha bırakın futbolu yönetmeyi tribünde dahi maç izleyemezdi.

Peki Suudi Arabistan’da ne yaşandı bir de ona bakalım, Türk futbolunu yakından ilgilendiren bu meseleyi biraz irdeleyelim.

Bana göre her sorunda olduğu gibi bu sorunda da Türk futbol kamuoyunda meseleyi tartışanların ideolojik ve siyasi duyguları gerçeğin önüne geçti. Kimse bu spor müsabakasında yaşananlara sportif bir mesele olarak yaklaşmadı. Bağlı olduğu siyasi fikir ve ideoloji penceresinden baktı. Yani bir kesim bu olay üzerinden Arap propagandası yaptı, bir kesim de milli duygular üzerinden duyar kastı.

Bu sportif olayı tartışanların zerresinin futbolla alakası yok. Herkes krizi fırsata çevirmenin peşinde.

Biz meseleye sportif bir pencereden bakalım o zaman farkımız olsun.

Meselenin özü Türk futbolunun marka değeri, yani değersizliği. Kimse Türk takımlarının müsabakasına talip değil. Ahbap çavuş ilişkileri ile yalvar yakar maçlarımızı yayınlansın diye Bein’e yalvarıyoruz, 3 kuruş fazla kazanalım diye Suud’lara bel bağlıyoruz. Hal böyle olunca da parayı verenler lütfetmiş sanıyorlar kendilerini.

Neymiş efendim Atatürk posteri olmazmış, malzemeciler insan kaçakçısı gibi odaya kilitlenip aranacakmış, Tişörtler de ki Atatürk resmine izin vermezlermiş vs.. vs…

Aklıma Cüneyt Çakır’ın yönettiği, 2018 yılında Al Hilal ile Al Ittihad takımlarının Londra’da karşı karşıya geldiği Suud Süper Kupa mücadelesi geldi. Prensin bizatihi tribünden taraftarı selamladığı, Geleneksel tüm görsellerin kullanıldığı bir şölen olmuştu. Elin İngiliz’i Araplara efendim sahaya kılıçla çıkılır mı dememiş, Prens burada olamaz siyasi bir figür dememiş, sahayı sirke çevirdiniz vs.. hiç dememiş.

Maç oynanmış bitmiş, taraflar mutlu mesut ayrılmışlar.

Fenerbahçe Galatasaray arasında oynanması planlanan TFF Süper kupa müsabakada da benzer şartlar var. Suud tarafı biraz hoşgörü gösterse oynanabilirdi lakin devir sözlerin tutulduğu, hoşgörü ve sağduyunun dikkate alındığı bir dönem değil. Bunu TFF öngörmeli ve mutabakat metnine cumhuriyetin 100ncü yılı kutlamaları başlığı altına ısınmada giyilecek tişörtlerden, açılacak pankartlara, çalınacak marşlara kadar her şey zabıt altına alınmalı ve muhtemel kriz yaşanmadan gerekli önlemler alınmalıydı.

Lakin kime diyoruz değil mi? ülke futbolu bitme noktasına gelmiş, hakemleri itibarsızlaşmış, yayın hakkını dahi satmayı beceremeyen bir federasyondan krizi öngörüp tedbir almasını beklemek hayal olurdu. Şimdi bir de Suud tarafına tazminat ödeme ile karşı karşıyayız. Üstelik kârı iki takımla paylaşma planı yapan TFF’nin zararı tüm Türk futbol takımlarının sırtına yükleyeceğinden de zerre şüphem yok.

Kaybeden yine Türk futbolu oldu, Türk insanı oldu. Geçmiş olsun Türkiye