Bir memleket düşünün, dalı kökten ayrılmış bir memleket... Bir memleket düşünün, al'ı gönderden ayrılmış, yerine ecnebilerin bez parçalarının asıldığı bir memleket... Bir memleket düşünün, arısı kovandan ayrılmış bir memleket...
Bir memleket düşünün, ezanları susturulmuş bir memleket... Bir memleket düşünün, çocuğu anasından koparılmış bir memleket... Bir memleket düşünün, hayalleri bile parsellenmiş bir memleket... Bir memleket düşünün, gövdesi baştan ayrılmış bir memleket... Bir memleket düşünün, bozkurtların yurdunu ayıların bastığı bir memleket... Bir memleket düşünün; güneşin, ay'ın ve yıldızların doğmadığı bir memleket... Bir memleket düşünün, kopuzların ve sazların çalmadığı bir memleket... Bir memleket düşünün, evlenme çağına gelen kızların ve gelinlerin karalar bağladığı bir memleket... Bir memleket düşünün, ezanların minarelerde buz tuttuğu bir memleket... Bir memleket düşünün, kökü Türklük olan bir çınarın üşüdüğü bir memleket...
Esaretin yüreklere abanan kurşundan daha ağır resmini hangi kalem hakkıyla ve lâyıkıyla çizebilir? Kanaatim odur ki hiçbir kalem, hiçbir fırça esareti çizmeye muktedir değildir. Onu ancak yaşayanlar bilir. SSCB döneminde acının kırk ayrı tonunu yaşayan bir coğrafyayı yukarıda anlatmaya, sınırlı kelimelerle tasvir etmeye çalışsak da bu gayretimiz beyhudedir. Çarlık Rusya'sında, daha sonra da Sovyetler Birliği hâkimiyetinde yaşamak durumunda kalmış olan bazı Türk boyları Sovyet Dönemi’nde derin acılar çekmişlerdir. Özgürlüklerine çok düşkün olan bu necip milletin evlâtlarına adeta kan kusturulmuş, fakat kızılcık şerbeti içtiklerine inandırılmaya çalışılmış, hatta bunu ifade etmeye zorlanmışlardır.
Kadim Türk yurtları yetmiş yıllık Rus esaretinden sonra, çok şükür ki, doksanlı yılların başında bağımsızlıklarına kavuştular. Artık bizim masmavi göklerde nazlı, bir o kadar da mağrur bir edayla dalgalanan bir değil tam yedi şanlı bayrağımız (Türkiye, Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, KKTC) var. Bilenler bilir; o ateşli günlerden bu günlere gelmek, bu günleri görmek hiç de kolay olmadı. O kapkaranlık günleri ve dillerde pelesenk olan hürriyet hasretini en iyi ifade edenlerin başında; ömrünü Türk-İslâm davasına adamış, bu uğurda aç susuz kalmayı göze almış büyük dava adamı Osman Yüksel Serdengeçti gelmektedir. Serdengeçti'nin şu mısraları bu günleri özetlemektedir:
"Yıllardır, yıllardır hayaller kurdum, /Seni anam gibi aradım durdum,/Ey benim sevgilim, ey Ana yurdum,/Nerde benim Ural-Altay dağlarım?/Akşam olur, sabah olur ağlarım.//Gövden bir yerde başın bir yerde,/Aramıza inmiş bir demir perde,/Söyle Turan sen nerdesin, ben nerde?/Nerde benim yaslı Tanrı dağlarım?/Akşam olur sabah olur ağlarım//Turan ellerinden haber gelmiyor,/Yarabbi derdimi kimse bilmiyor,/Dört asırdır Türk’ün yüzü gülmüyor,/Akşam olur sabah olur ağlarım./Nerde benim Ural-Altay dağlarım?//Koskoca bir alem göçmüş yıkılmış,/Türbelerin, camilerin yakılmış,/Meydanlara kara putlar dikilmiş,/Buhara der, Semerkant der ağlarım/Nerde benim Ural-Altay dağlarım?//Kimlere söylesem bilmem derdimi,/Acaba dünya böyle zulüm gördü mü,/Bozkurt gitmiş ayı basmış yurdumu,/Bozkurt’um der öz yurdum der ağlarım/Nerde benim yaslı Tanrı dağlarım?//Sen ey Hazar, engin Hazar, Türk Hazar,/ Söyle bana boylarında kimler gezer?/Kâfir Moskof yine mezar mı kazar?/Seyhun gibi, Ceyhun gibi çağlarım, /Nerde benim Ural-Altay dağlarım?//Moskof bayrağını çekmiş gemiler,/Yol alırken dalgaların iniler,/Her gelen haberde derdim yeniler/Nerde benim Ural-Altay dağlarım?/Akşam olur sabah olur ağlarım.//Vatanlar, vatanlar, esir vatanlar,/Ey yüreği vatan için atanlar,/Toplanın elleri silâh tutanlar, /Kıyam etsin ölülerim, sağlarım,/Nerede benim yaslı tanrı dağlarım?"