Bugün güzel bir gün geçirmeye çalışmak. Olur ya her şey bir kişinin eline baktığı da olur bu işlerin. Onlar için zaten haftanın günlerinin pekte birbirinden farkı yok. Ancak mevsimlerin altüst olması bu planlamaları sekteye uğrattığı da olur.
Hatırlarım eski deccal günlerimizi. Elde başta bir şey yok. Sekiz yıllık rengi solmuş bir önlük, yamalı bir yakalık. İki kilometrelik yolu her gün yürümek zorunda idik. Hatta bizim zamanımızda kar çok yağardı ve büyüklerimiz bizim okula ulaşabilmemize yardımcı olmak adına erkenden kalkar fırın küreklerini kaptıkları gibi önümüze geçer ve yollarda birikmiş karları çelikleşmiş sağa sola kürerek bizlere yol açmaya çalışırlardı.
Sadece bu değil elbette okula herkes birer ikişer adet de odun getirmek zorunda idi. Öğretmenimiz neden odun getirmediğini sorduğunda bizler de küçük yalanları tesbih tanesi gibi art arda sıralardık. Eğitim için her şeye değerdi. Tebeşir yok denecek kadar azdı. Yazacak kalem ve defter dahi yoktu. Hatırlarım bizden önce ilk okula giden ağabey ve ablalarımızı, ne zorluklara katlanmışlardı. Saçlar taranmamış, bitlere yuva olmuşlardı. Kışın soğukta yakaladığımız bir yumurtayı satıp ekmek almak yoklukta muhteşem şeydi.
Öğrenci profili şimdikiyle kıyaslanamayacak düzeyde, ancak örf ve adet yerli yerinde idi. Bazı olumsuzluklar da olmaz değildi. Hiç kimsenin aklına öğretmeni şikayet etmek gelmez idi. Öğretmen, öğrenci ve veli bir beden olurdu. Günün şartlarında ciddi denilebilecek eğitim yapılırdı. Hele duvardaki taşların arasına sıkıştırdığımız cıra ışıklarında ders çalışırken tütsülenmemiz ve sabah okulda bakıp kahkahaya neden olmamız bile güzeldi. O dönemler yoklukta bir şeyler varkılabilmek içindi. Şimdi kullanılan kalemlere, silgilere, defterlere bakıp gençlere imreniyorum. Ancak onların bu varlığında beyinlerinde bilgi adına bomboş oluşlarını anlamıyor ve eğitimden sorumlu olanları affetmiyorum.