Darbecilik ve iktidarı zorla ele geçirme hastalığı Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kalmıştır. Bunun ilk örneği 27 Mayıs 1960’da yaşanmıştır. 27 Mayıs, neticeleri itibarıyla Türkiye’de darbelerin anası olarak görülmektedir.
Artık bundan sonra TSK içindeki bir grup cuntacı, yönetime el koymayı alışkanlık haline getirmiştir. Mesela 27 Mayıs’tan kısa bir süre sonra Kara Harp Okulu Komutanı Albay Talat Aydemir 2 defa başarısız darbe girişiminde bulunmuştur.
1971 ve 1980 darbeleriyle örselenen Türk demokrasisi 28 Şubat ile post-modern darbe tecrübesini yaşamıştır.
15 Temmuz’a gelindiğinde ise ilk önce darbenin altyapısı oluşturulmuştur. 2016 yılı içinde İstanbul’da kanlı asayiş olayları meydana gelmiştir. Önce DAEŞ militanları 11 Alman turisti öldürmüştür. Ardından Haziran ayında 8 polisimiz şehit edilmiş hemen ardından İstanbul Havalimanına saldırı yapılarak 48 kişi öldürülmüştür.
Şiddet olayları ile darbenin zeminini oluşturanlar elbette dışarıdan yönlendirilmiştir. Zira Türkiye NATO’ya üye olduğundan beri daha kontrollü ve neye hizmet edeceği daha önceden belli olan darbeler gerçekleşmiştir.
15 Temmuz’un iç dinamiklerine bakıldığında FETÖ adı verilen bir yapılanma ile karşılaşılmaktadır. 1960’lı yıllarda kurulan bu örgüt, ilmek ilmek işleyerek 2000’li yılların başında devletin bütün kılcal damarlarına sızmayı başarmıştır.
Örgüt, sabetayistler gibi takiyye ve gizliliği başarıyla uygulamış, amaçlarına ulaşabilmek için her yolu mubah görmüştür.
Gerek yurt içinde gerek yurt dışında eğitim kisvesi altında yapılan faaliyetler, örgütün temel insan kaynağını oluşturmuştur.
Bunun yanında 11 Eylül sonrası ABD, İslam dünyasına karşı başlattığı Haçlı saldırılarıyla eş zamanlı olarak Türk-İslam kültür ve medeniyetini bütün dünyaya yayma görüntüsü altında örgüte 150 ülkede okul açma izni vermiştir.
Anadolu’nun mütevazı ve zeki çocuklarını eğitim adıyla ağına düşüren bu yapı, başta emniyet, yargı ve nihayet TSK içindeki yapılanmasını iyice genişletmiştir. Zira darbe girişimi birkaç yıl daha sonra olsaydı TSK içindeki 350 generalin 300’ü örgüt üyesi olacaktı. Bu durum örgütün gelişim ve yayılışını açıkça göstermektedir.
MİT Müsteşarı’nın ifadeye çağrılmasıyla ilk defa kendini açık eden örgütün, 17-25 Aralık sürecinde artık iktidarı değil devleti hedef aldığı açıkça görülmüştür.
Dershanelerin kapatılması ve devamında başlayan tasfiyeler, örgütün 15 Temmuz’da düğmeye basmasına neden olmuştur.
Fakat Türk siyasi tarihinde ilk kez Türk Milleti, darbeye karşı açıkça tavır almıştır. Daha önceleri darbeleri onaylamasa bile en azından sokağa çıkma yasaklarına riayet eden Türk Milleti bu sefer Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çağrısı ile sokaklara dökülmüş ve darbeye göğsünü siper etmiştir.
TSK içinde ciddi bir grup darbeye karşı tavır almıştır. Başta Birinci Ordu Komutanı olmak üzere birçok şerefli Türk subayı darbecilere karşı mücadele etmiştir.
Netice itibarıyla şunu unutmamalıyız ki 15 Temmuz darbesi başarılı olsa idi Türkiye, büyük bir buhranla karşılaşabilirdi. Libya ve Suriye’nin durumuna düşmekten son anda kurtulan Türkiye, demokrasisini de bir şekilde muhafaza etmeyi başarmıştır.
Zira en kötü demokratik rejimin en mükemmel askeri yönetimden daha iyi olduğu gerçeği unutulmamalı, hataları ve eksiklerine rağmen demokrasimizin kıymetini bilmeliyiz.
Yaşananlardan gerekli derslerin çıkarıldığını ümit ediyor ve bu vesile ile 15 Temmuz şehitlerimizi de rahmetle anıyorum.