Türk ekonomisi son günlerde döviz kurunda yaşanan artış ve hayat pahalılığı nedeniyle sıkıntılı bir süreçten geçmektedir. Bu duruma ülke dışındaki finans kuruluşlarının yaptıkları manipülasyonlar da eklenince maalesef ekonomik krizin boyutu iyice genişlemektedir. Türkiye bu zor durumdan çıkmak için yeni bir ekonomi anlayışını benimsemiştir. Buna göre ihracat ve üretim artırılarak cari açığın önüne geçilmesi planlanmaktadır. “Çin modeli kalkınma” adı verilen bu anlayışla ülkeye eskisinden daha fazla döviz girdisi sağlanması beklenmektedir. Güçlü alt yapısı ve sağlam bankacılık sistemi ile Türkiye bu ekonomik buhranı da atlatacak güce ve yeterliliğe sahip bir ülkedir.
Esasen bugün başımıza gelenlerin bir benzeri 92 yıl önce de yaşanmıştır. Zira Birinci Dünya Savaşı sonrası müthiş bir büyüme yaşayan Amerika ekonomisi 1929 yılında ani bir çöküş yaşamıştır. Dünya ekonomi tarihinde “Kara Perşembe” adıyla anılan 1929 krizi sonucunda uluslararası ticarette büyük bir gerileme yaşanmıştır. Adeta bir domino taşı gibi bütün büyük piyasa ve ekonomileri etkileyen kriz, o güne kadar yaşanmış en büyük ekonomik yıkım olarak bilinmektedir.
Dünya piyasalarını sarsan bu büyük kriz, Türk ekonomisini henüz emekleme çağında yakalamıştır. Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele yıllarının ardından yaraların sarılmaya başlandığı, nüfus mübadelesi nedeniyle yaşanan boşluğun yeni yeni doldurulmaya çalışıldığı günlerde patlak veren kriz, etkilerini kısa zamanda Türk piyasalarında da göstermeye başlamış, Türk parasının değerinde ciddi derecede düşüşler yaşanmış, dış ödemeler dengesi açık vermeye başlamış ve ihracat ithalatı karşılayamaz duruma gelmiştir.
Ekonomik kriz en fazla tarım sektöründe kendini hissettirmiştir. Özellikle dış ticarette önemli gelir getiren buğday, arpa, tütün, pamuk, fındık gibi ürünlerin alıcısı konumundaki Avrupa piyasalarında yaşanan daralma Türk ekonomisini büyük bir darboğaza sokmuştur. Bu darboğaz, tarıma bağlı Türk ekonomisini allak bullak etmiş buna ilave olarak yaşanan hayat pahalılığı, yaşamı olumsuz etkileyen bir başka unsur olarak ortaya çıkmıştır. Mesela 1930 yılındaki bir gazete haberine göre; ülkedeki fiyatlar Birinci Dünya Savaşı öncesine nazaran 15 kat fazlaydı.
Krizin etkilerinden korunmak isteyen Türk Hükümeti, 20 Şubat 1930’da 1567 sayılı “Türk Parasının Kıymetini Koruma” kanununu çıkarmıştır. Ülkedeki para politikalarını daha sağlam bir temele oturtmak amacıyla Merkez Bankası kurulmuş, tasarruf politikaları hayatın vazgeçilmez bir unsuru haline gelirken devletçilik ilkesi ekonominin ana rotasını oluşturmaya başlamıştır.
Alınan tedbirler işe yaramayınca ülke genelinde tasarruf seferberliği başlatılmıştır. Lüks ithal mallarının kullanımı yasaklanırken diğer yandan tasarruf politikası eğitim programlarının da bir parçası olmuş ve okullarda ilk defa yerli malı kullanımını özendirecek yerli malı haftaları düzenlenmeye başlanmış ve bu bir gelenek haline gelerek bugüne kadar ulaşmıştır.
Alınan tüm tedbirlere rağmen Türk halkı enflasyon, işsizlik, yoksulluk gibi bir daha hayatımızdan çıkaramayacağımız acı gerçeklerle tanışmak ve bunlarla yaşamak durumunda kalmıştır. O tarihlerden bugüne siyasi iktidarlar değişmiş fakat krizlerle boğuşan halkımız 1950-1954 ve 1965-69 ile 2002- 2017 yılları haricinde maalesef çoğunlukla ekonomik buhranlar içinde yaşamak durumunda kalmıştır. Bugün ise yine zor bir süreçten geçilmektedir. Umarız bu defa tarih tekerrür etmez, devlet-millet el ele vererek zorluklar aşılır ve hak ettiğimiz ekonomik rahatlık ortamı tesis edilir.