Son günlerde yeni anayasa hazırlıkları ile ilgili haberler basınımızda sıklıkla yer almaktadır. Fakat geçmişe bakıldığında ülkemizde anayasa yapmanın oldukça zor bir iş olduğu görülmektedir.
Siyasi partiler arasındaki uyumsuzluk, kısır ideolojik çekişmeler ve elbette ki her kesimin anayasadan farklı beklentiler içinde olması bu gibi süreçleri daha da içinden çıkılmaz hale getirmektedir.
Tarihteki ilk anayasamız olan Kanun-ı Esasi’nin ilan ediliş sürecine bakıldığında bu durum bir kez daha açık olarak görülecektir. Bundan tam 178 yıl önce Kanun-ı Esasi ilan edilmiştir.
Fakat bu olay öncesinde büyük karışıklıklar çıkmıştır. Sultan Abdülaziz bir saray darbesi ile tahttan indirilerek öldürülmüş, yerine V. Murat tahta geçirilmiştir. Jön Türklere anayasa sözü veren Murat, akli dengesini kaybedince bu sefer tahta Sultan II. Abdülhamid geçmiştir.
Hemen anayasa çalışmalarına başlanırken Mithat Paşa V. Murad’ın padişahlığı döneminde elli yedi maddelik bir anayasa taslağı hazırlatmıştı.
ll. Abdülhamid ise Said Paşa'ya o güne kadar kabul edilmiş Fransız anayasalarını Türkçe'ye çevirme görevini vermişti. Bu iki farklı görüş, anayasa hazırlık çalışmalarına damgasını vurmuştu.
Sonunda nihai metni hazırlamak üzere Meclis-i Mahsus adı altında Mithat Paşa'nın başkanlığında ulema, asker ve bürokratlardan oluşan bir komisyon kurulmuştur. (28 veya 34 kişi)
Mehmet Akif Aydın’ın kaleme aldığı “Kanun-ı Esasi” başlıklı çalışmada verilen bilgilere bakılırsa anayasanın hazırlanmasında padişahın haklarını korumaya özen gösteren Cevdet Paşa, Mütercim Rüşdü Paşa gibi muhafazakârlarla Midhat Paşa, Süleyman Paşa, Ziya Paşa ve Namık Kemal'in başını çektiği liberal- reformist grup mücadele etmişti.
Anayasanın maddelerini incelediğimizde bu iki farklı görüşten muhafazakârların galip geldiği anlaşılmaktadır.
Zira ilk Osmanlı Anayasası olan Kanun-ı Esasi, padişahın yetkilerini kısmak yerine bu yetkileri güvence altına alıyordu. Hatta bazı maddelerle sultanın yetkileri artırılıyordu. Mesela meşhur 113’ncü madde ile padişaha, muhalifleri sürgün etme hakkı tanınıyordu.
12 başlık 119 maddeden oluşan ilk anayasamız, Balkanlar’da ki isyanların konuşulacağı Tersane Konferansı’yla aynı gün ilan edilmiştir. Yani Kanun-ı Esasi, Tersane Konferansına katılmak için gelen yabancı delegeleri etkilemek için toplantıların başladığı ilk gün kamuoyuna açıklanmıştır.
Sabah kaldıkları otelden, konferansa gitmek için hareket eden yabancı delegeler, birden başlayan top sesleri ile Osmanlı’da anayasal düzene geçildiğini öğrenmiş oldular.
Fakat ne hazindir ki ilk anayasa, Osmanlı’nın derdine derman olmadı. Konferansa katılan delegeler, Kanun-ı Esasi’nin ilanından hiç etkilenmediler. Balkanlar kaynamaya devam etti ve Osmanlı, konferanstan çıkan kararları kabul etmeyince meşhur 93 Harbine girmek durumunda kaldı.
Bu arada İstanbul’da yeni anayasa uyarınca toplanan Meclisin durumu ise tam bir felaketti. Zira içinde 69 Müslüman, 46 gayrimüslimden oluşan Meclis, zaman zaman cephede savaşan bir ordu olduğunu dahi unutuyor, bilhassa gayrimüslim vekiller Osmanlı’dan kopuş için fırsat kolluyorlardı.
Tüm bunlar Sultan II. Abdülhamid’in meclisi feshetmesine ve Kanun-ı Esasi’yi askıya almasına sebep olmuştur.
Fakat şunu ifade etmek gerekir ki Kanun-ı Esasi onca eksiğine rağmen, anayasacılık tarihimizde özel bir yere sahiptir. Zira mutlakıyetten kopuşu simgeleyen bu anayasa 1909’da içindeki antidemokratik maddelerin kaldırılmasıyla özgürlükçü ve yenilikçi bir yapıya kavuşacaktır.