O, 86 yıl önce aramızdan bir 10 Kasım sabahı saat 9.05 te ayrıldı. Ancak bu ayrılış öyle sanıldığı gibi sıradan bir ayrılış değildi. Geriye umut, geleceğe güven ile bakış gibi bir içgüdüsel reflekste bıraktığı her gecen gün yeni bir gelişime imza atmasıydı. O, Türk Halkının bugünü, yarını ve geleceği idi.
Atatürk, bir dahi idi. Kişisel eğitim ve sivil hayattaki başarısı ile tam bir başarı sembolü idi. Bu yetenek onda sonradan şekillenmedi, kendisiyle beraber büyüyüp serpilmişti. Küçük yaşlarında okumaya dair aşırı bir tutkusu vardı. Okumak onun için vazgeçilmez bir tutku idi. O’nun Kurtuluş Savaşına başlamak üzere olduğu sırada Türk klasiklerinden Reşat Nuri Güntekin’in “Çalıkuşu” romanını okumuş ve bunu yaveri İsmet Paşa’nın da okumasını tavsiye etmiş idi.
O’nun güzel sanatlara bakışı oldukça farklı idi. O estetik sanatın ancak kişisel yetenek ile aşılabileceğini, estetik anlayışın eğitim yolu ile değil, insanın genlerinde olması gerektiğini biliyordu. Bu nedenle 1926 yılında Resim ve Heykel Müzesini kurdurttu. Yeni bir neslin yetişmesi için estetik sanatın önemini belirtmişti. Hatta bir konuşmalarında kendisinin de yanılabileceğini ve bir gün gençlerin Atatürk’ün sözleri ile realite arasında tercih yapmak zorunda kalabileceklerini ve bu durumda ise gençlerin pozitif bilimden yana tercih yapmaları gerektiğini belirtmişti.
O, sürekli bir yenilik taraftarıydı: Yani yapılmış olanlarla asla yetinmemek gerektiği ve her gecen gün çağın getirdiği yenilik anlayışına uygun davranılması gerektiğini :”Gençler yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz” diyerek Türk Gençlerine tükenmez bir enerji ve esin kaynağı olmuştu. Birbiri ardınca yeni demiryolları, hava limanları, fabrikalar açmak bunu gösteriyordu.
Sürekli okuyordu. Kendisine okuyacak kitap bulamayınca yurtdışından kendisine kitap gönderilmesini istiyordu. Bu kitaplar esasen Türkiye’nin geleceği idi. Cephede bile o zor şartlar altında kitap okuyordu. Zira Atatürk her şeyin okumak sonunda başarılabileceğine inanmış birisi idi. Eğitimin ciddi bir iş olması gerektiğine inanıyordu. Genç neslin her şeye rağmen onu mutlaka anlayacağını biliyor ve Türk Gençlerine inanıyordu. Okullara postmodern eğitim anlayışı gereği dans ederek girmek eğitim değildi. Aradan gecen 66 yıl sonra bu kazanımların hızla tüketildiğini görmek gerçekten hüzün verici bir durumdur.