Bundan 64 yıl önce Cumhuriyet tarihimizin ilk hükümet darbesi gerçekleştirilmiştir.
Darbenin ardından iktidar mensubu cumhurbaşkanı, başbakan, milletvekilleri, bakan ve bürokratlar tutuklanarak Yassıada’ya gönderilmişlerdir. Burada yapılan yargılamalar neticesinde 15 idam kararı çıkmıştır. Aralarında Atatürk’ün son başbakanı ve darbenin olduğu gün hâlihazırda Cumhurbaşkanı olan Celal Bayar’ın da içinde bulunduğu idam mahkûmlarının bir kısmının cezası affedilmiştir.
Fakat Başbakan Adnan Menderes, Çalışma Bakanı Hasan Polatkan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun cezaları infaz edilmiş, 1 başbakan ve 2 bakan idam edilmiştir.
Böylesi acı neticeler doğuran 27 Mayıs müdahalesinin etkileri uzun süre hissedilmiştir. Türk Milleti, bir başbakanın zorla iktidardan indirilip, idam edilmesini hiçbir zaman unutmamış buna sebep olan veya yardım eden unsurları sandıkta cezalandırmış ve uzun süre iktidara yaklaştırmamıştır.
Peki, üzerinden bunca yıl geçen 27 Mayıs müdahalesinin gerçek tahlili yapılmış mıdır? 1980 müdahalesine kadar bayram olarak kutlanan 27 Mayıs darbesi, ders kitaplarında veya tarih yazımında gerçekten olduğu gibi mi anlatılmıştır.
Maalesef bu kanlı darbe anlatılırken “zaten hak etmişlerdi”, “Demokrat Parti de demokrasiden uzaklaşmıştı iyi oldu” gibi söylemler üzerinde durulmuştur.
Oysa 27 Mayıs, Türk demokrasi tarihinde kalıcı izler bırakmış ve darbe geleneğini başlatmıştır. Halk iradesini ayaklar altına alan bu girişim sonucunda toplumun bir kesimi susturulmuş, sindirilmiş ve yok sayılmıştır.
Bundan sonra darbeciler kendi aralarında kavgaya tutuşmuş ve 1960 sonrası iki başarısız darbe girişimi daha yaşanmıştır. Neticede en istenmeyen şey olmuş ve Türk Silahlı Kuvvetleri kendi içinde ayrışmıştır.
27 Mayısla birlikte sivil siyaset kan kaybetmiştir. Silahlı Kuvvetler’in Cumhurbaşkanı adayı Cemal Gürsel’e karşı aday olmak isteyen Ordinaryüs Profesör Ali Fuat Başgil ölümle tehdit edilerek adaylıktan uzaklaştırılmıştır.
27 Mayıs sonrası hemen seçimlere gidileceği sözü verilmesine rağmen seçimler ancak 1,5 yıl sonra yapılmıştır. Cuntacılar, seçim sonuçlarını beğenmeyince yeni bir müdahale ihtimali ortaya çıkmış, Başbakan İnönü’nün gayretleri ile bu girişim durdurulmuştur.
Darbe, Türk hukukunu ve basınını da ağır yaralamıştır. Hukukçular, cuntacıların baskısıyla mahkemeler kurup sözde kararlar almak zorunda kalmışlardır. Yargı çevrelerinde pek sevilmeyen Menderes ve arkadaşları adil bir şekilde yargılanma imkânı elde edememiştir. “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” diyerek aczini ortaya koyan hâkimler, hukukun temel ilkelerini çiğnemekten çekinmemişlerdir.
O dönemin gözde iletişim aracı olan basın ise darbe sürecinde sınıfta kalmıştır. Darbeyi meşrulaştırmak için ortaya atılan yalan ve iftiralara çanak tutan dönemin gazeteleri, Bayar ve Menderes’i halkın gözünden düşürmek için adeta birbirleriyle yarışmışlardır.
“Menderes 12 kilo altınla yurt dışına kaçıyordu”, “Bayar’ın bankada 103 milyonu vardı”, “muhalif gençler kıyma makinelerinde kıyıldı ve Konya asfaltına gömüldü” gibi iddialarla halk, aslında darbeye ve idamlara alıştırılmıştır.
Türk demokrasisi adına utanç verici bir olay olmasına rağmen 27 Mayıs müdahalesini meşru olarak görenler 12 Eylül’de aynı darbe kendilerine yapıldığında isyan etmek durumunda kalmıştır.
Bu da gösteriyor ki 27 Mayıs, 12 Eylül veya 15 Temmuz adı ne olursa olsun, tarafımız demokrasiden yana olmalıdır. Ağır aksak işlese de olsa demokrasimizin kıymetini bilmeli, eksiklerini tamir etmeliyiz. Unutmayalım ki en kötü demokrasi, darbe hukukundan daha iyidir.