Şair Ahmet Kutsi Tecer'in "Orda bir köy var, uzakta,/O köy bizim köyümüzdür/Gezmesek de, tozmasak da/O köy bizim köyümüzdür." şiirini her okuduğumda hep duygulanırım. Bazen de şiirdeki "köy" kelimesinin yerine "Gümülcine" ismini koyarım. Bu sefer de hüznümün harareti gözlerimi yaşartır. Bugün sınırlarımız dışında kalsa da, Gümülcine kültürüyle, medeniyetiyle, örf ve adetleriyle yüzyılı aşkın bir zamandan beri bizim olmaya devam etmektedir.
Gümülcine ve onun yanı başındaki İskeçe, İstanbul'dan çok daha evvel Türk-İslâm yurdu olma şerefine nail olmuştur. Türk-İslâm kültürüne ait unsurlarla tezyin edilen ve Türk kokan Eski Cami ve İstanbul'un kadim sokaklarından farksız olan Gümülcine sokakları bunun canlı şahididir. Şehrin muhtelif yerlerinde elif gibi dik duran çınarlar Osmanlı yadigârıdır. Tanıdık görüntülerin ve lezzetlerin sizleri karşılayacağı Türk Çarşısı, 1885 yılında II. Abdülhamid'in fermanıyla inşa edilen Tarihî Saat Kulesi, Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde görev alan bir kumandan olan Gazi Evrenos Bey’in ismini taşıyan ve Osmanlı Türk mimarisinin ilk örneklerinden biri olan Gazi Evrenos Bey İmareti, 1608 yılında inşa edilen ve ilk dönem Osmanlı mimarisine uygun olarak tasarlanan Eski Cami; tipik bir Türk şehri görünümünde olan Gümülcine'deki Türk-İslâm eserlerinin başında gelmektedir.
Gönül coğrafyamızın önemli mekânlarından biri olan ve 550 sene boyunca Osmanlı idaresinde kalan Batı Trakya, bugün ne yazık ki sınırlarımızın haricinde kalmaktadır. Meriç Nehri ile Türkiye’den ayrılan Batı Trakya, günümüzde Yunanistan sınırları içerisinde yer almaktadır. Batı Trakya deyip de geçmemek lâzım. Zira bu kadim topraklar İstanbul'dan daha önce fethedilmiştir. Bu güzel şehir, kaybettiğimiz Balkan Savaşları sonrasında önce Bulgaristan'a, ardından da Lozan Antlaşması'yla Yunanistan'a bırakılmıştır. Öte yandan Balkan Savaşlarından sonra Anadolu'ya büyük göç hareketleri olmuş ve Balkanlarda Türk azınlığı meselesi ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede Batı Trakya'da yaşayan Müslüman Türkler azınlık konumuna düşmüştür. Bu da birçok ciddi sorunun başlangıcını teşkil etmiştir.
Batı Trakya Türk azınlığının tüm hakları uluslararası antlaşmalarla garanti altına alınmış olsa da, azınlıklar aleyhine gerçekleştirilen çeşitli uygulamalar hâlâ can sıkmaktadır. Batı Trakya’da yaşayan Türklerin hukukî statüsü milletlerarası antlaşmalarla tespit edilmiş ve 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması ile nihaî şeklini almıştır. Bu çerçevede Lozan Antlaşması'na bununla ilgili 40. madde konulmuştur. Bu maddenin içeriği şöyledir: "Müslüman olmayan azınlıklara ilintili olan Türk yurttaşları hukuk bakımından ve fiilen öteki Türk yurttaşlarına uygulanan işlemlerin ve sağlanan güvencelerin tıpkısından yararlanacaklar ve özellikle, harcamaları kendilerince yapılmak üzere, her türlü yardım, dinî ya da sosyal kurumları, her türlü okul ve benzeri öğretim ve eğitim kurumları kurma, yönetme ve denetleme ve buralarda kendi dillerini özgürce kullanma ve dinî ayinlerini serbestçe yapma bakımından eşit bir hakka sahip bulunacaklardır."
Antlaşmada açık ve net olan mevcut hüküm bundan ibaretken ve Yunanistan Lozan Antlaşması hükümlerinin altına imza atmışken, uygulama noktasında bir türlü istenen sonuçlar alınamamıştır. Batı Trakya'daki Türk varlığını ve onun değerlerini kabul etmek yerine, daima bunları inkâr etmeyi seçen Yunan tarafı, kangrene dönüşen sorunların yegâne kaynağı olmuştur. Antlaşmalarla kayıt altına alınan haklar ve ödevler unutulmuştur. Lozan Antlaşması'ndaki "karşılıklık" ilkesi Yunanistan tarafından görmezlikten gelinmiştir. Türkiye bu ilkeye sadık kaldığı için Türkiye'de yaşayan Rumlar herhangi bir sıkıntı yaşamamış, Yunanistan'daki (Batı Trakya'daki) Türkler ise sıkıntılardan bir türlü kurtulamamıştır.