Milli ara nedeniyle futbola 12 gün ara verildi. Geçen hafta sonu itibariyle başlayan ara önümüzdeki Cuma akşamı ile son bulacak. Takvim böyle imiş, çok sorgulamayın diyorlar. Kimse de sorgulamıyor zaten. Madem böyle bir boşluk vardı neden 3 günde bir maç oynatıp onlarca oyuncunun sakatlanmasına neden oldunuz da kimse demiyor.
Bu konu da mühim tabi ama benim esas derdim bu değil. Beni istirahat etmek yerine yazmak zorunda bırakan meseleye hızlıca geçiş yapıyorum, müsadenizle.
Hafta boyunca maç olmaması nedeniyle televizyonlar boş kalan spor programlarının yerini başkan ve yönetici röportajları ile doldurmak yolunu seçtiler. Hal böyle olunca da mikrofon gören başkan hedef tahtasına sezonun başarılı ekibi Trabzonspor’u koydu. Ligde en yakın rakibine 9, İstanbul’un devasa kulüpleri Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş’a (17-18-27) gibi tarihi farklar atmış bir takım ile ilgili rakip takım başkanlarının söylemlerini duyunca hayretler içinde kaldım. Bunlara bırakın yüzyıllık kulüpleri, bakkal emanet edilmez diyesim geldi..
Beşiktaş başkanı Ahmet Nur Çebi’ye göre Kendilerinin hiçbir kusuru yokmuş. Bu kötü gidişin esas sorumlusu aslında hakemler imiş, Trabzonspor oynamadan kazanıyormuş, mışmış ta mışmış.
Fenerbahçe başkanı Ali Koç da başka başka hikayeler anlatıyor. Daha sezon yarısı olmadan Fenerbahçe’nin havlu atmasını kamufle etmek adına 2011 yarasını kaşımakla meşgul. Trabzonspor’un şampiyonluk konsantrasyonunu bozmama adına suskunluğundan güç bularak her gün dozunu artırarak bu yarayı kaşımaya devam ediyor.
Galatasaray yönetiminin ise Fatih Terim ile ayrılık ve iç problemlerinden dolayı dışarıda ne oluyor bakmaya dahi dermanı yok.
Oysa bu İstanbul üçlüsü, kerameti kendinden bilmek yerine Trabzonspor’un neleri doğru yaptığına kafa yorsa, modern futbola dair bilgi ve birikimi olan insanlara yatırım yapabilse, taraftarın tepkisini kendi üzerine çekmeme adına yaptıkları yanıltıcı söylemleri bir kenara bırakıp kamuoyunu doğru bilgilendirme sorumluluklarını yerine getirseler, velhasıl Trabzonspor’u aşağı çekmek yerine örnek almayı başarabilseler, sürdürülebilir başarıyı yakalayabilme şanslarının daha yüksek olacağını düşünüyorum..
İbrahim Hacıosmanoğlu gibi saha dışı kavgaların takımı nasıl yıprattığını idrak etseler, 50’nci yılda başarı için milyon eurolar harcayıp başarıya ulaşamayan USTA’nın kadrosunun 2 yıl sabredilince aynı omurga ile şampiyonluğa oynadığı gerçeğini görseler, Bana 3 yıl verin diyerek kamuoyu baskısını minimize ederek başkan seçilen Ağaoğlu’nun başarısını inceleseler, bu belden aşağı eylemlere hiç tevessül etmezlerdi gibi geliyor bana..
Her şeyi ben bilirim düşüncesi, tek başına kulüpleri yönetme fikri başarının önündeki en büyük engel. Seçim kazanmak uğruna kısa vadede başarı sözü vermek, çatlak sesler çıkmaması adına yönetim kurulunu emir erlerinden oluşturmak, Farklı düşüncedeki muhalif fikirleri dışlamak vs.. problemlerin kaynakları arasında yazılabilir.
Hatta bu konuda çok kıymetli bir atasözümüz de vardır “1000 bilsen de bir bilene danış”
Son sözüm formasını mesleğinin önünde gören taraftar spor yazarı, gazeteci dostlara. Yönetimlere yakın olmak yada taraftara şirin görünmek adına yazmaktan, söylemekten imtina ettiğiniz doğrular sebebiyle bu yıkımda sizinde hiç azımsanmayacak kadar payınız var.
Saygılarımla