Ümmet ve millet olarak ilk ayeti “İkra (Oku)” diye başlayan ilâhî bir kitabın (Kur’an-ı Kerim’in) muhataplarıyız. Zira Peygamber Efendimize vahiy yoluyla ilk inen ayetler olan Alak Suresi’nde Rabbimiz öncelikle ve özellikle okumaya şöyle vurgu yapıyor: “Yaratan Rabbinin adıyla oku! İnsanı bir kan pıhtısından yarattı! Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O Rab ki kalemle yazmayı öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti.”(Alak S. 1-5)
Tarihte haysiyet timsali olan milletimiz İslâmiyet’i henüz kabul etmeden önce göçebe bir hayat yaşıyordu. Yerleşik bir medeniyet oluşmadığı için de okumaya, dolayısıyla da ilme yeterince önem verilmiyordu. Göktürk döneminden Orhun Abideleri, Uygur döneminden de Budizm’e dair birkaç dinî metin dışında ciddi bir somut medeniyet ürünü yoktu.
İslâmiyet’in kabulünden sonra (özellikle de 10. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar) okuyan ve düşünen bir topluma doğru ciddi bir evrilme başlamıştır. Nizamü'l-Mülk, Fatih Sultan Mehmed ve Yavuz Sultan Selim gibi devlet büyükleriyle Mevlâna Celâleddin-i Rûmî, Evliya Çelebi ve Kâtip Çelebi gibi âlimler bu konuda öncü olmuşlardır. 17. yüzyıldan Cumhuriyet’e kadar okuma, ilim tahsil etme ve düşünme eyleminde sekteye uğramalar olmuştur. Cumhuriyet devrinin ilk yıllarında da durum önceki yıllardan pek de farklı değildir.
Hiç de müspet bir seyir takip etmeyen okuma serüvenimizin günümüz safhasına gelince, eskiye nazaran güzel şeyler söyleyebilsek de, genel anlamda bu hususta yine ciddi sıkıntılar mevcuttur. Toplumumuzun sosyal, ekonomik ve siyasî şartlarında önemli iyileşmeler olmasına rağmen kitap, dergi ve gazeteyle arasının hâlâ iyi olmadığını, okumayı bir alışkanlık ve hayat tarzı hâline getirmediğini üzülerek söyleyebiliriz.
Kitaplar sükût suretinde görünseler de her zaman yanı başımızda hazır ve nazır olan öğretmenlerdir. Üstelik hiçbir kaprisleri ve öfkeleri de yoktur. Gece gün fark etmeksizin dilediğiniz zaman emrinize amadedirler. Öğrettiklerine karşılık sizden hiçbir ücret talep etmezler. Sevgi ve hoşgörü sınırlarını aşıp çokbilmişlik (ukalâlık) de yapmazlar.
İnsanı diğer varlıklardan ayıran en önemli özellik akıl ve irade sahibi oluşudur. Bu akıl ve irade ancak okuyarak ve düşünerek temayüz eder. Bu noktada doğru seçilmiş kitapların apayrı bir yeri ve önemi vardır. “Doğru seçilmiş” ifadesini özellikle vurguluyorum; çünkü bazı kitaplar var ki onların okunmaması, okunmasından daha hayırlıdır. İnsanlar nasıl ki midelerinin ifsat olmaması için abur cubur yemekten sakınıyorlarsa zihinlerinin ifsat olmaması için de abur cubur (rastgele, gelişi güzel) okumaktan da sakınmalıdır. Bu nedenle başta çocuklarımız için olmak üzere, okun(ul)acak kitap seçerken ince eleyip sık dokumalıyız.
Bazı kişilere “Boş zamanlarınızda neler yaparsınız?” sorusu yöneltildiğinde birkaç şey saydıktan sonra sözü “Kitap okurum” diye bağlaması kitap okumaya bakışımızı yansıtan çarpıcı, bir o kadar da acı bir sözdür. Demek ki bizler kitap okumayı bir ihtiyaç olarak görmüyoruz. Hayatımızı, belki bir günümüzü planlarken onu aklımıza getirmiyoruz. Yapacak bir şey bulamayınca okumayı da araya sokuşturuyoruz. Bu bakış açısı son derece sakat ve sakıncalıdır. Kitap boş zamanlara sokuşturulacak kadar sıradan bir eylem değildir. Zihnen ve ilmen güçlü bireyler olabilmek için en dolu zamanlarımızda bile ona yer ve zaman ayırmamız elzemdir. Belki biraz kaba olacak ama boş zamanlarda kitap okumak, okumanın ehemmiyetini idrak edememiş boş insanların işidir. Okumak belli bir plan ve sistem işidir. Zira okumak eylemi belli bir sistemle gerçekleştirilirse kişiye beklediği ve umduğu faydayı sağlar.