Sümbülzâde Vehbi,yukarıdaki beytinde şiirin Anka kuşu gibi gökyüzünde uçabilmesi için onun Farsça ve Arapça gibi iki kanadının olması gerektiğini dile getirmiştir. Osmanlı’da zü’l-lisaneynolma,(Arapça ve Farsça şiir yazma) şairler için önemli bir merhale olarak görülmüş, şairler bu iki dilde de şiir yazmayı kendilerine amaç edinmişlerdir.

 Şairler bu iki dilde şiir yazmanın yanında çoğu zaman da bu iki dilin imkânlarını kullanarak Türkçe şiirler de yazmışlardır. Bu durum, özellikle üst kesimde Arap ve Fars hayranlığını da beraberinde getirmiştir.

Arap ve Fars hayranlığı Tanzimat ile birlikte Batı’ya özellikle Fransa’ya kaymış, Kim ki bilmez Farisi gitti deynin (dininin ve dünyasının) yarısı diyen zihniyetin yerini Fransız hayranlığı almıştır.

Tanzimat dönemi şairlerinden Kâzım Paşa, “Mekteb ü medresede fıkh u ferâiz yerine/ Okumak şimdi Fransızca ibâdet gibidir, diyerek o dönemde Fransızlara ve Fransızcaya karşı gösterilen aşırı hayranlığa isyan etmiştir.

Batı hayranlığı kadınlarımızı da esir almıştı. On dokuzuncu yüzyılda biraz Fransızca öğrenen, Türkçe bir kelimeyi tam hatırlayamama edasına giren, o kelime ne idi diye düşünüp, sözü Fransızcasına getirmeye çalışan kadınlara değinen Ahmet Mithat Efendi, Falatun Bey ve Rakım Efendi romanında bu kişiler hakkında: Türkçede çok yaygın olarak kullanılan teklif ya da tekellüf kelimelerini bilmeyen veya bilmiyor gibi yapıp şey… of, Türkçe nasıl derlerdi diyen, uzun aramaların ardından, sonuçta Fransızcadaki façon kelimesini kullanan ve böylece büyük başarı sağladığını sanan pek çok kişi olduğunu ifade etmektedir.

1874 yılında İstanbul’u ziyaret eden ve İstanbul adlı bir seyahatname kitabı yazan Edmodo de Amıcıs, Türk kadınlarının eskiden erkeklerin koluna giren her yabancı bir kadının o erkeğe ait olmadığını düşünerek onlara farklı gözle baktıklarını fakat şimdilerde ise Avrupalı kadınlara özendiklerini belirterek, Frenk kadınlarının önünde cahilliklerinden utandıklarını, onlara kaba ve çocuksu görünmekten çekindiklerini ve çoğu ilk görüşmelerde itimat edip saf saf söyledikleri şeyleri söylemeye cesaret edemediklerini,  fakat git gide kıyafetlerini ve tavırlarını taklit ettiklerini, bir Avrupa dilini öğrenen kadınların bilgi sahibi olma arzusundan ziyade onları taklit etmek ve Hristiyan kadınlarla konuşmak için dil öğrenmeye çalıştıklarını, konuşurken Türkçeye birkaç Fransızca kelime sokmak için zihin yorduklarını, bu dili bilmeyenlerin biliyormuş, hiç değilse anlıyormuş gibi davrandığını, kendilerine “madam” denilmesinden mesut olduklarını bu nedenle Beyoğlu’nda bazı Frenk dükkanlarına gitmekten mutlu olduklarını ifade etmektedir.

Dün gayrimüslim kadınları tanımlamak için Rum bayanlara kokana, yaşlı Ermeni kadın için dudu diyen Türk insanı, On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından sonra Batı’nınerkeklerine sinyorveya mösyö, bayanlarına madam demeye başlamışlar, onların karşısında kelam ederken halt etme kaygısını yaşar olmuşlardır.

Yahya Kemal Eğil Dağlar kitabında, bir milletin ne garip talihidir kiüç dört beş asır evvel Hıristiyan reaya sınıfı, Türkler gibi giyinmeye, Türkler gibi yaşamaya, hatta Türkçe ibadet etmeye, hasılı her noktada onlara benzemeye özenirdi de o zamanın uleması ferman ve fetva kuvvetiyle onları, en şedit cezalarla bu arzularından men ederdi. O zaman zorla men ettiğimiz bu temsile, temsil kuvvetini tamamıyla kaybettiğimiz bu son asırda fesli ulemamız heves ettiler, diyerek yakınmıştır.

Yahya Kemal’in bu sızlanışından bir zaman sonra Türk Edebiyatı alanında birçok çalışması bulunan Muzaffer Uyguner Batı Rüzgârı adlı şiirinde:

Es Batı rüzgârı, durma es/Taassup cenderesinde sıkılan ruhum/Serinlensin…

Hücrelerime kadar şark fikri ile dolu kafam/Temizlensin… diye çok dramatik bir şiir yazmıştır.

En büyük sorunumuz geçmişte olduğu gibi günümüzde de kendi kültürüne, kendi tarihinin dinamiklerine güvenmeyen, başkasını taklit etme alışkanlığı olan nesil yetiştirmek olmuştur. Günümüzde geçmişe kızanlar, Batı’nın taklitçiliğini yapmakta, şimdiki nesle kızanlar da geçmişi tekrar etme derdine düşmekteler. Kızanların fabrikaları aynı, kızdıkları şey farklılık göstermektedir.

Bizim kendine güvenen, kendi kültürel kodlarını oluşturan bir nesil yetiştirme mecburiyetimiz vardır.