- Komşu, komşu!

- Hu, huu!

- Oğlun geldi mi?

- Geldi.

- Ne getirdi?

- İnci, boncuk.

- Kime, kime?

- Sana, bana…

Her ne kadar çok bilinen bir çocuk şarkısı gibi gelse de…

Büyüdükçe büyüdükçe “baltanın kestiği ağaçla yanıp kül olan dağ” gibi bazı sözlerini beğenmeseniz de…

Bence şarkının en etkileyici bölümü “inci boncuğun sana/bana getirilmesi”ydi.

Yani dayanışma, bölüşme, göz hakkı, sevgi, saygı, komşuluk vardı içinde…

Kara kediyle ağaç, balta, su, inek ve dağ da dolgu malzemesi…

***

Ne yazsam, ne yazsam” dediğim anda…

Nereden aklıma estiyse?

Bu çocuk şarkısı döküldü dilimden.

Komşu komşu, hu huu…”

Gerçi bizim çocukluğumuzda yoktu, zamanla iyice sinmişti ezberimize.

İki kişilik kolay ve keyifli bir tekerleme…

Tek kişilik olanları zordu.

Dilimiz dönmez, çoğumuz da bi solukta söyleyemezdik.

***

Aslında Osmanlı’yı anlatacaktım.

Büyük bir mahalle oluşunu…

Günümüzdeki devletlerin birçoğunun da birbirine komşuluğunu…

Çocukların bir evden girip diğerinden çıkışını…

Çok uzak değil, bir asır öncesini…

Bir rüzgâr esmiş, yanmış kül olmuş her şey…

Kuruluşundan günümüze kırk beş devletten bahsediyor bazı araştırmacılar…

Kırk” diyen de var, “kırk bir” de…

Biz, gelelim Suriye’ye…

1516’dan 1918’e kadar birlikte yaşadığımız mahalle gibi…

İç içe geçmiş kültürler…

Dolayısıyla Osmanlı’yı devralan Türkiye Cumhuriyeti’ne yakınlığı da diğerleriyle kıyaslanamazdı.

Bir zamanlar bugünkü İsrail, Ürdün, Lübnan ve Filistin’i de kapsayan…

Üç kıtanın buluştuğu yer” olarak bilinen Suriye, çocuk şarkısındaki gibi “yandı bitti kül oldu”.

***

28 Eylül 2024’te yine bu köşede yazmıştım.

Mutlu musun Şerif Hüseyin?”

Aynı şeyi Beşar Esad için de sormanın tam zamanı…

Vicdanı olmayan, gözünü hırs bürümüş göz doktoru…

Gülüşü bile sinsiliğini yansıtan işkenceci komşu…

İnsanları preslemekten utanmayan güler yüzlü(!) yalan makinesi bir katil.

Kendisine Sednaya hapishanesini soran gazeteciye, “bu konuda elinizde bir delil var mı” diyebilecek kadar soğukkanlı ikiyüzlü…

***

Komşu olsun olmasın…

Hanedanların da bir ömrü var.

Yolun sonu yani…

Bu dünya böyle bir dünya…

Keşke halkının üzerinden bir silindir gibi geçmeseydin.

Keşke keşke keşke…

Komşu komşu!

Mescid-i Aksa’nın avlusunda duacısı olmayan bir mezarda yatan Şerif Hüseyin’den daha beter olacaksın.

O yine de toprağında bir yer bulmuş kendine…

Halkına yaptıkların bir bir ortaya çıktıkça…

Yaktığın canlar, çaldığın altınlar…

Sen, yatacak yer bile bulamayacaksın.