Osmanlı zamanında eğitim almak için Erzurum’a Tebriz’den bir öğrenci gelir. Eğitimine devam eden genç, bir zaman sonra ailesinden bir mektup alır.
Öğrenci, ilk ayrılığın vermiş olduğu acı ile gelen mektubu özlemle eline alıp tam açacakken, şimdi mektupta “annen ölmüştür”, “baban ölmüştür”, “evimiz yanmıştır” gibi felaket haberleri vardır, bunu okuyunca moralim bozulur, ilim yapmaktan geri kalırım, diye düşünmeye başlar ve mektubu okumadan bir küpün içine atar. Bir zaman sonra öğrenciye bir mektup daha gelir, öğrenci her ne kadar sıla arzusu ile yanıp tutuşuyor olsa bile metanetini koruyarak mektubu açmaz ve yine aynı küpün içine atar. Zamanla mektupların sayısı artar, öğrenci ise mektupları küpe atmaya devam eder.
Öğrenci, ilmini tamamladıktan sonra artık mektupları okumanın zamanının geldiğine karar verir. Mektupları çıkarıp teker teker okumaya başlar.
Mektupların birinde annesinin, birinde babasının öldüğü, birisinde evlerinin yandığı gibi birçok felaket haberlerinin yazılı olduğunu görür, bu durum karşısında hem ağlar hem de Allah’ım sana şükürler olsun eğer ben zamanında o mektupları açıp okumuş olsaydım, bu hıfzımı yapamaz, eğitimimi tamamlayamazdım, diye söylenmeye başlar.
Eğitimi istemenin ve bunu başarmanın elbette birçok bedeli de olacaktır. Bu bedel ödenmeden hayatta başarı olmanın imkânı yoktur. İnsanların bedel ödemeye küçük yaştan alışmaları gerekmektedir.
Eğitim yapmak sürekliliği ve yoğunlaşmayı gerekli kılar. Öğrencilerin biraz zora, biraz sıkıntıya alıştırılması gerekmektedir. Cumhuriyetin ilk yıllarında belirli bölgelerde yatılı okullar bulunmakta ve gençler daha çocuk yaşta ailelerinden ayrılarak bu okullara gitmekte, küçük yaşta hayat ile mücadele etmeyi en güzel şekilde öğrenmekteydiler. Bunlar hayata karşı daha dirençli, zorluklarla baş etmede daha hazırlıklıydılar.
Trabzon Valiliğinin küçük bir kar yağdığında ilk iş olarak okulları ve diğer özel kursları tatil etmesi eğitimin ruhuna da ters düşmektedir. Bu durum çocukların zihnine zımnen küçük bir olumsuzlukta her şeyin iptal edilmesi, onunla mücadele edilmemesi gerektiği fikrini yerleştirmektedir. Elbette Trabzon’un dik yokuşları ulaşım noktasında bazı sorunları da beraberinde getirmekte, taşımalı eğitimle birlikte bu durum daha belirginleşmektedir. Fakat her coğrafya, her bölge kendi özelliklerini o bölge üzerinde yaşayan insanlara da yansıtmaktadır. Bugün küçük bir kar yağışında hemen okulu iptal edilmeye alışan çocuklar, yarın hayata atıldıklarında benzer zorluklarla karşılaşmayacaklar mı? O zaman tatile alışmış bu çocuklara kim izin verecek? Onlar işyerlerini açmayacak, kendi işlerinin peşinden koşmayacaklar mı?
Trabzon Valiliğinin küçük bir olumsuz hava koşullarında okulları tatil etmeyi tercih etmesi, biraz kolaycılığa kaçmaktan başka bir şey değildir. Bu mantık ile bakarsak Doğu’da, İç Anadolu’da, kış boyu okulların tatil olması gerekmektedir.
En son çarenin ilk çare olarak görülmesi iyiye işaret değildir.