Üç kişinin ana karakter olduğu bir fıkra, şiir ya da şarkı değil peşinen belirteyim de durum ve ahvalin içine doğrudan peşrev çekeyim.

Öyle bir zamana doğru gidiyoruz ki hız, ayırt edici bir özellik oldu. Arabanın hızı, internetin hızı, telefonun kapasitesi, şebekenin çekim gücü vs. Gelişemeyenin kaybettiği, dönüşemeyenin, yavaş olanın geride kaldığı ahir zamanları yaşıyoruz. Araç gereçler de böyle, kurumlar da böyle… Evvela hızına, kapasitesine, işlevselliğine bakıyoruz çoğu zaman.

Tüm bu teknolojik gelişmeler ve dönüşümler yaşanırken bazı tatları, mekanları ve durumları zaman zaman aramamız, özlememiz doğaldır. Hayatımızda var olmalarını istememiz insani bir duygudur. Bu kimine romantik gelebilir kimine de gereksiz.

Teknolojik gelişmeleri şimdilik bir kenara bırakıp Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar” romanını, bir kez de ramazan davulcusu ya da  tellal penceresinden okumak gerekir diye düşünüyorum.

Ramazan davulcusu zamanında bir ihtiyaçtı ve önemli bir görevi icra ederek misyonunu tamamladı. İllaki Ramazan davulcusu olmalı diye tutturmuyoruz. Neden acaba?  Arkalarında bir baskı grubu, peşinden sürükledikleri, temsil ettikleri bir kitle olmadığı için mi? Yoksa işlevsizliğinden mi?

Ya Tellallar. Çoktandır onların esamesi bile okunmuyor. Tellalin günümüzde sokak sokak dolaşıp çığırtkanlık yaptığını düşünün, deli derler vallahi. Kimi kimsesi olmadıkları için mi aramızda değiller. Yoksa gereksizliğinden mi?

Demem o ki geldiler, görevini yaptılar ve gittiler. Ramazan davulcusu ya da tellal olmalı diye diretmenin ya da onlara Taksimdeki nostaljik tramvay muamelesi yapmanın bir manası olabilir mi?

Demokrasiyi bazen çok kutsallaştırıyor, olduğundan çok mana yüklüyoruz gibime geliyor. Milli irade fetişizmi yaptığımız da oluyor kimi zaman. Sonucunda da millet olarak popülist politikaların bedelini ağır ödüyoruz. Hemen aklıma EYT geliyor. Neyse konuyla alakalı olmadığı için bunun detayına girmiyorum.

Araçlar, gereçler, meslekler ve de kurumlar ihtiyaca binaen varlıklarını devam ettirirler. Artık ihtiyaç yoksa durum değerlendirilmesi yapılır, yeni bir düzen/düzenleme içinde yola devam edilir. Hayatın olağan akışı da bu şekilde değil midir zaten.

Er ya da geç muhtarlık kurumu kalkacak. Şundan çok eminim ki önümüzdeki yıllarda Muhtarlar, mevcudiyetini ve istikbalini muhafaza etmek için en çok siyaset kurumuna sığınacaklardır. Öyle ya! ne de olsa seçimle gelmişler.

Muhtarlık kurumu sanıldığının aksine icranın ya da siyasetin yükünü azaltmıyor, bilakis artıyor.

Seçim zamanlarında arkalarında bir topluluk varmışçasına siyasi partilerle dirsek temasına geçen muhtarları da biliyoruz. (X) partisinden yüz bulamayınca (Y) partisine yanlayan muhtarları da biliyoruz. Siyasi kimliklerini afişe ederek partilere olumsuz intiba getirdikleri de başka bir gerçek.

Yerel seçimlerin olduğu günlerin hatırlayın. Kanalların seçim sonuçlarına yönelik haber yasağı kalkıncaya kadar verdikleri bolca haberlerden biri liderlerin hangi sandıkta oy kullandığı diğeri de muhtar adaylarının birbirine girdiği haberlerdir. Şu kadar kişi öldü, şu kadar kişi yaralandı şu kadar kişi gözaltına alındı vs vs. Ne için? kimi statü için, kimi silah ruhsatı için. Maaşı için yapıldığını pek düşünmüyorum. Ama maaş da fena sayılmaz yan gelir olaraktan. Pek ala değer mi? demek ki değiyormuş ki insanlar birbirini boğazlıyor. Afişler, reklamlar, pankartlar. İçimizdeki hizmet aşkı! bambaşka diyelim geçelim.

2019 senesinde yapılan seçimlere göre ülkemizde yaklaşık 50 bin civarında muhtar görev yapmaktadır. Asgari ücret alan muhtarların devlete yıllık maliyeti yaklaşık 27 milyar TL. Elbette sorun sadece devlete getirdikleri ekonomik külfet değil.  Ama bu parayla daha hayırlı ve bereketli şeyler yapılabilir. Mesela yurdun dört bir yanından ilköğretim çağındaki öğrencileri Çanakkale Savaşlarının yaşandığı o güzelim coğrafyaya götürebiliriz. Tarihi, yerinde bizatihi görerek, hissederek “Milli Şuur” ile tanışmalarını sağlayabiliriz. Konudan bağımsız; çocuklarımıza, gençlerimize yönelik böyle bir milli projemiz olmalı.

Muhtarın hizmet vermek üzere ayrılmış bir bütçesi yoktur. Muhtar bir nevi aracılık hizmeti vermekteydi. Vermekteydi diyorum o da artık bitti gibi. Gelen talebi ya da şikâyeti daha çok belediye ya da kaymakamlığa iletirlerdi. Günümüzde iletişim ağını dikkate aldığımızda böyle bir aracıya gerek var mı? Artık her vatandaş, katılımı aracısız olarak doğrudan sağlayabilmektedir. Gelişen teknoloji, sosyal ve görsel medya, kurumların web sayfaları ve CİMER benzeri uygulamalar ile sorunlarını ve taleplerini doğrudan muhataplarına iletebilmektedirler.

Muhtarın yaptığı çeyrek işi koca devlet organizasyonu yapamıyorsa ve hala muhtardan medet bekleniyorsa milyarlık bilişim ve iletişim yatırımları boşuna mı yapıldı?  E- devlet gibi övündüğümüz ve sürekli geliştirilen bir sistem var. Muhtarların ağırlıklı olarak yaptıkları İkametgâh, nüfus gibi kırtasiye işler de yapılmıyor artık. Muhtarlık bildiğim kadarıyla fonksiyonel olarak sadece tebligat için kullanılıyor.

Muhtarlık kurumunun devamı için sadece ciddi bir sebep söylensin on sayacağım. Bu ülkede telefon, telgraf, ulaşım imkansızlıkları içerisindeyken bile 1934-1944 arasında belediye teşkilatı olan yerlerde muhtarlık hizmeti verilmemiştir yani kaldırılmıştır.

Ortaya çıktığı dönemler ve şartlar dikkate alındığında çok yerinde bir uygulama olan Muhtarlık, değişen şartlar, gelişen teknoloji ve bilişim ağı nedeniyle misyonunu tamamlamıştır.

Gelişen teknoloji ve bilişim ağı göze alındığında, muhtarlık kurumunun dönüşmesi ve modernize edilmesi değil doğrudan kapatılması gerekir. Köy muhtarlıkları da dahil olmak üzere tüm muhtarlıklar ilk yerel seçime kadar kapatılmalı. İlk etapta köylerde belki bir alışma sorunu yaşanabilir ama bu süreç köy imamları eliyle pek ala yürütülebilir.

Muhtarlıklar kapatılsın, hayatımızın olağan akışı, düzeni bozulur, ihtiyaç hasıl olursa tekrar açılır. Çok zor değil, bir kanuna bakar.