Türkiye’de 1876’dan beri halk oylaması yapılmaktadır. II. Abdülhamit döneminde duraklayan demokrasi yolculuğumuz İkinci Meşrutiyetle birlikte tekrar hareketlenmiştir.

Zira bu dönemde kurulan onlarca parti, yeni bir devrenin başlamasına vesile olmuştur. Bu süreç yani 1908-1912 yılları arası Türk siyasi hayatında serbestliğin hüküm sürdüğü, herkesin fikrini özgürce ifade edebildiği, hürriyet rüzgârlarının estiği, cemiyetçiliğin zirveye çıktığı bir dönem olarak bilinmektedir.

Bu dönemin en kuvvetli siyasi partisi hiç şüphesiz İttihat ve Terakki idi. İttihatçılar, “"Hürriyet- Adalet- Müsavat-ve Uhuvvet” sloganıyla iş başına gelmişti.

Fakat idareyi ele alınca işlerin hiç de söylendiği gibi kolay olmadığını gören İttihatçılar, kendilerine muhalefet edenleri bir bir ortadan kaldırmışlardır. Hürriyet ve İtilaf Partisi ile İttihat ve Terakki arasında oluşan siyasi rekabet 1912 yılında zirveye tırmanmıştır.

İttihatçılar bu süreçte siyasi kurnazlıklarını göstererek, 1912 yılında baskın bir seçim kararı almışlardır. Buradaki amaç yeni kurulmuş olan muhalefet partisini zor duruma düşürmekti.

Türk parlamento tarihinin ilk genel seçimi olan bu önemli günde maalesef istenmeyen olaylar meydana gelmiştir. Kolluk güçleri tarafından dövülen seçmenler, baskıya muhatap olan muhalifler ve çıkan olaylar nedeniyle bu seçim, “sopalı seçimler” olarak adlandırılmıştır.

Seçimin ardından İttihatçılar, mecliste hâkim güç haline gelmişler, bu sırada kendilerine “dur” diyecek bir muhalefet olmadığı için siyasi alanda istedikleri gibi at koşturmuşlardır. Fakat muhalefetin tasfiye edildiği bu süreçte İttihatçılar, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasına neden olacak kararların altına imza atmışlar ve 9 yıl gibi kısa bir sürede İmparatorluğun sonunu getirmişlerdir.

Türk siyasi hayatında ikinci hileli seçim 1946 yılında yaşanmıştır. 7 Ocak 1946’da kurulan ve halk desteğini arkasına alan Demokrat Parti, Cumhuriyet Halk Partisi’nin karşısına bir iktidar alternatifi olarak çıkmıştı.

Bundan rahatsız olan CHP yönetimi tıpkı 1912’de İttihatçıların yaptığı gibi henüz teşkilatlanma aşamasında olan muhalefeti yarı yolda yakalamak için erken seçim kararı almışlardır.

Celal Bayar’ın önderliğinde halkın desteğini arkasına alan DP, seçimlere katılmaya karar vermiştir. 21 Temmuz 1946’da yapılan Cumhuriyet tarihimizin ilk çok partili ve tek dereceli seçimlerinde, büyük skandallar yaşanmıştır.

Seçim kanunu gereği oylar herkesin içine açık bir şekilde atılırken, bunların sayımı gizli yapılıyordu.

Açık oy gizli tasnif yöntemi ile yapılan seçimlerde oyunu DP’ye vermek isteyenler dövülmüş, oylar değiştirilmiş, sandıklar kaçırılmıştır.

Neticede sadece 61 milletvekili çıkarabilen DP, 1950’ye kadar ana muhalefet partisi olma görevini üstlenmiştir.

Neyse ki bu garip sistem daha sonra yapılan bir değişiklikle düzeltilmiş, seçmen iradesinin korunabilmesi için adli denetim şartı getirilmiş ve ayrıca seçim işlerini organize etmek amacıyla merkezi Ankara’da bulunan Yüksek Seçim Kurulu oluşturulmuştur.

Böylece halkın iradesinin tam olarak sandığa yansıması için gerekli önlemler alınmış ve 1950 seçimleri gayet temiz ve dürüst bir mecrada gerçekleşmiştir.

Ülkemizde geçen hafta %90’a yakın katılımla yapılan milletvekilliği ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri geçmişten dersler çıkardığımızı göstermiştir.

Halkımız sandıklara koşarak demokratik görevini yerini getirmiş, seçimlerde kimsenin burnu kanamamış, her hangi bir şaibeli durum ortaya çıkmamıştır.

Avrupa demokrasilerine taş çıkartan bu hususiyetlerin gelecek seçimlerde de aynen tekrar etmesini umuyoruz.