İnsanın düşünme evreleri, düşünme şekli, düşünme aşaması ile oluşturmuş olduğu kurgusal anlatılar arasında bağlantılar vardır.

Eski masallar, zıt unsurların savaşı üzerinden teşekkül etmiştir. Orada her şey bütün hâlinde mükemmel, bütün hâlinde berbattır. Güzeler güzellikte zirve, çirkinler bir dudağı yerde bir dudağı gökte, gaddar, korkunç tipli varlıklardır. Zalim zulüm etmede en tepede, kahramanlar ise emsali görülmemiş zaferlerin mimarlarıdır. Mübalağa (abartı) sanatının zirvesi bu masallarda görülür. Bütün ilahî vasıflar, sevilen kişinin şahsında birleşmekte, o kişi hatalardan ve noksan sıfatlardan uzak olmaktadır. Olaylara bu açıdan yaklaşan kişiler, kendi zihin dünyalarında büyüttükleri vasıfları, görmek istedikleri her güzelliği o kişide birleştirmiştir. Zamanla devirler geçmiş olmasına rağmen, bu anlayış akan giden bir zamanın normal sürecini oluşturmuştur.

Eski şiirimizin kuruluş mantığı da bu zemin üzerinde şekillenmiş, özellikle divan şiirinde orta tip güzelliklere haiz olan sevgiliye rastlamak imkânsızlaşmıştır. Halk şiirinde geçen “benim yârim çok güzel, azıcık boydan kısa” gibi tasvirlere divan şiirinde rastlamak mümkün olmamış, şairin kısa boylu sevgili bile boy uzunluğu noktasında servi ağacını kıskandıracak şekilde şiirlerde tasvir edilir olmuştur.  

Bu uç noktalarda duygu akla hâkim olduğu için, akıl pasif duruma düşmüş, insanların cezbeli hâli, akıllarına perde olmuştur. Bu şartlarda her şeyi yoğun yaşayan, yoğun düşünen kişiler, aklın insana vermiş olduğu veriler ve mantık üzerinde düşünme melekelerini geliştirmemişlerdir. Agus Comte’nin Teolojik Evre diye tanımladığı bu süreç daha ziyade uzun bir dönem almış, her şey doğaüstü güce atfedilerek sebep sonuç dairesi ihmal edilmiştir.

İnsanoğlu ana renkleri birbiri ile karıştırarak ara renkleri; sonra da ara renkleri de birbiri ile karıştırarak çok geniş renk cümbüşü oluşturarak sanatta zirveyi yakalama şansını elde etmiştir. Ara renkler kutuplaşmanın önüne geçerek zıtlıkları azaltırken aynı zamanda birçok farklı rengin oluşmasına zemin hazırlamıştır.

Düşünce yapılarını zıtlıklar üzerinden değil, uzlaşma, değiştirme, dönüştürme, kaynaştırma üzerinden yürüttüğümüz zaman, hem birçok farklı düşüncenin doğmasına hem de hem de toplumu geren uç noktaların yontulmasına zemin hazırlamış oluruz.

Çok uç noktalarda, çok mükemmel fikirlere sahip fikir adamları çıkarma imkânı vardır. Fakat bunlar birbirini tolere eden değil birbirinin sinir uçlarıyla oynayan düşünceler olmakta bu durum da toplumda zıtlaşmayı körüklemektedir.  Toplum bir yandan bu zıt unsurları üretirken diğer yandan bu zıt unsurları birbiri ile uzlaştırarak renklilikleri, zenginlikleri oluşturmak zorundadır. O zaman fikirlerin çatışmasından hakikatlere uzlaşmanın yolu açılmış olur. Zıtlıkların birbirine galip gelmesiyle değil, zıtlıkların karışımından orta yolun oluşmasıyla hakikat daha farklı şekilde tezahür etmiş olacaktır.

Olaylara çok farklı açılardan bakabilme esnekliğini kazanmayan kişiler toplumu germektedir. Sert, bükülmeyen, zirve yapmış egosunu kelimeler arkasına saklayan kişilerin varlığı, uzlaşı önündeki en büyük engel olmaktadır.