1939-1945 yılları arasında cereyan eden İkinci Dünya Savaşı’nın yıkıcı etkisi bütün dünyayı tesiri altına almıştır. Sadece savaşa giren devletler değil, aynı zamanda savaşa müdahil olmayan devletler de bu durumdan payına düşeni almak durumunda kalmıştır.

İkinci Dünya Savaşı’na katılmamasına rağmen savaşın sıcaklığını fazlasıyla hisseden devletlerden birisi de Türkiye olmuştur. Aslında Türkiye bu süreç içerisinde savaş dışında kalmayı başarsa da, dönemin konjonktürel iklimden bir hayli etkilenmiştir.

Dönemin hükümeti tarafından; Milli Korunma Kanunu çıkartılarak savaşın kötü şartlarından korunmak amaçlanmış, ekmekler karne ile dağıtılmış, özellikle büyük şehirlerde muhtelif saatlerde karartma uygulamalarına gidilmiş, tartışmalı yanlarıyla bilinen Varlık Vergisi çıkarılmıştır.

Hayat pahalılığı ve enflasyon ise astronomik seviyelere ulaşmış, karaborsacılık ise günlük hayatın vazgeçilmez bir unsuru olmuştur. Tüm bu olumsuzluklar az veya çok bütün şehirlerde hissedilmiştir.

İkinci Dünya Savaşı sürecinde Trabzonlular da büyük sıkıntılar çekmiştir. Trabzon için en büyük sıkıntı, tarım arazisinin yetersizliğiydi. Şehrin coğrafi yapısı yanında ayrıca eldeki arazilere de fındık ve tütün gibi ürünlerin dikildiği düşünülürse tarımsal üretimin az olması olası bir durumdu.

Bu dönemde Trabzonlular, en fazla mısıra ihtiyaç duyuyordu. Oysa Trabzon dâhilinde yetişen mısırlar şehir halkının ihtiyacını karşılamıyordu. Bu nedenle Samsun’dan (Ofis’ten) gelecek mısır önem arz ediyordu. Fakat savaş yıllarında bozulan arz talep dengesi Trabzonluların mısıra ulaşmasını da engellemiştir.

Trabzonlular, 1942 yılının başından itibaren birçok kritik ürünü karneyle almaya başlamıştır. Böylece en temel besin maddesi olan ekmekler karneyle dağıtılmaya başlanmıştır.

Fakat kısa süre sonra bu konuda da sorunlar ortaya çıkmıştır. Mesela İstanbul’a giden 700 kişilik iki grup işçi kafilesine tanesi 30 kuruş bedelle 700 ekmek satmıştı.  

Halkın ekmek bulamadığı bu zor günlerde karnesiz yüzlerce ekmeğin dağıtıldığı anlaşılınca şehirde kıyamet kopmuş yetkililer tepkilerin önüne geçmek için mahalle mümessilleri aracılığıyla nüfus tespiti yaptırmıştır.

Bu kapsamda evlere dağıtılan beyannameler vatandaşlarca doldurulduktan sonra, nüfus ve karne sayıları karşılaştırılmıştır. Yapılan tetkiklerde şehirde, nüfus miktarından fazla karne bulunduğu anlaşılmıştır.

Yapılan tetkiklerde merkez kazada nüfusun 35 bin olduğu anlaşılırken, elde bulunan ekmek karnelerinin sayısının ise 40 bini geçtiği görülmüştür.  Tahkikatın genişletilmesiyle birlikte karnelerin civar vilayet ve kazalardan şehre girdiği ve yasa dışı yollarla satıldığı anlaşılmıştır.

Trabzon Belediyesi, halkın ekmeğe daha rahat kavuşabilmesi için yeni bir adım atarak şehrin her mahallesinde bir fırın tespit ederek oralardan ekmek dağıtımı yapılmasını kararlaştırmıştır. Mesela Çömlekçi Mahallesi’nde 3 fırın tespit edilmişti. Bunlar Nuri Ekmekçi, Eyüp Saral ve İlyas Selimoğlu’na ait fırınlardı.

Trabzon Belediyesi ekmek dağıtımı meselesini belli bir düzen içine soktuktan sonra ikinci bir adım olarak aile ekmek karnesi uygulamasına geçmiştir. Bu yeni sisteme göre ailenin her bireyine ayrı ayrı karnesi vermek yerine bir adet aile ekmek karnesiyle ekmek dağıtımı yapılmaya başlanacaktı.

Böylece 1942 yılını fırınların önünde ellerinde karnelerle ekmek bekleyerek geçiren Trabzonluların kaderi, ertesi yıllarda pek değişmemiştir. Sürekli gündeme gelen suiistimal iddiaları, vaktinde gelmeyen unlar, ekmek vermeyen fırınlar artık alışılageldik olaylar haline gelmiş ve savaşın son günlerine kadar bu durum devam etmiştir.