Bâtıl hemîşe bâtıl u bîhûdedir velî/ Müşkül budur ki suret-i hakdan zuhûr ide Bâkî (Batıl her zaman batıl ve boştur lakin zor olan bu batılın sureti haktan görünmesidir)
İovanni Molino, 1641 yılında Roma’da yayımlamış olduğu İtalyanca- Türkçe sözlüğün ön sözünde Osmanlı Devleti’nin sınırları içerisinde 55 krallık ve beylik; 33 millet ve dil olduğunu ifade etmektedir. Çok dilli, çok milletli, çok kültürlü Osmanlı Devleti’nin küllerinden doğan Türkiye’nin çok dillilik ve azınlıklar sorunu yaşaması normal görülmelidir. Bu durumun cumhuriyetle birlikte tek dil ve tek millete evrilme aşaması zaman almakta ve bu süreçte bazı sancılı durumların oluşması kaçınılmaz olmaktadır.
Derin kimlik yapıları farklı olan bazı kişiler üst kimlik olarak Türklüğü kabul etmiş görünseler bile küçük bir sıkıntılı durumda derin kimliklerini ön plana çıkarmakta, gerek söylemleri ve gerekse eylemleri dönem dönem farklılık arz etmektedir. Bu rahatsızlıklar son dönemlerde Türk edebiyatı ismi üzerinden kendini göstermeye başladı. Onlar “Türk edebiyatı” kullanımı yerine “Türkiyeli edebiyatı”, “Türkçe edebiyat” kavramlarını önermeye, hatta kullanmaya başladılar.
Bu kişiler Türk isminden rahatsızlık duymakta, her fırsatta bu ismi kullanmamayı, bazı kavramların önünden Türk isminin çıkarılması gerektiğini ifade etmektedirler. Bunu söylerken de bazen dostane bir edaya girmekte, terminolojik kavramlar üzerinden kendilerine bir çıkarım yapmaktalar. Bazen doğru öncüller ileri sürmekte fakat bu doğru öncüllerden istedikleri tarzda yanlış çıkarımlar yaparak kendilerini haklı göstermeye çalışmaktadırlar.
Onların istediği gibi “Türk edebiyatı” yerine “Türkiye edebiyatı” kavramı kullanılmaya başlansa, bu sefer, Türkiye, Türklere ait, Türklerin yurdu manasına gelmektedir, bu ülke herkesin, ayrımcılık oluyor Anadolu edebiyatı olsun gibi farklı taleplerle geleceklerdir. Bunlar tavizin, halk arasında anlatımı yaygın olan “sarı öküzün” peşindeler.
Sırpların Osmanlı’ya karşı isyanları, maskeli, milli ve İstiklal olmak üzere aç safhada gerçekleşmişti. Türkiye’deki bazı söylemler maskeli safhanın izlerini taşımaktadır. Maskeli safha, isyanın, başkaldırının ilk hâlidir, o safhada zihin bulandırıcı kavramlar kullanılır, laf kalabalığı oluşturularak bazı değerlerin içerisi boşaltılır. Maskeli safhada var olana düzene doğrudan karşı çıkılmaz, burada tahfif (hafifletilmiş) edilmiş ifadeler ile kafalar karıştırılır, var olan durumdan duyulan rahatsızlık kavramlar üzerinden oluşturulur.
Maskeli safhanın adamları MÖ yaşamış Ezop gibi, alegorik ifadeler kullanırlar. Çünkü bunların çoğu makam mevki sahibidirler. Statukolarını, konfor alanlarını kaybetme korkusuyla var olana doğrudan karşı çıkma yerine, bazı aşırı genellemeler yapar, bazen de indirgemeci bir yaklaşımla zihin bulanıklığı oluşturmaya çalışırlar. Kendilerinin olmadığını sandıkları değerleri, kendilerinin olduğunu iddia edenlere yâr etmemek için uçuk, anlamsız adlandırmalar yaparak mevcudu tanımsız ve işlevsiz hâle getirme çabasına girerler.
Bunların bazıları bir iki oy devşirme adına koskoca Türkiye’yi siyasi hırslarına kurban etmeye çalışırken bazıları da dost görünüp kendilerince akilane bir tavır takınmaktadırlar. İşin kötü tarafı şair Bâkî’nin dediği gibi yanlış her zamanki gibi yanlış olmasına rağmen bu yanlışların sureti haktan görünen kişiler üzerinden vücut bulması, Türkiye’nin surlarına gedik açmak isteyenler için bulunmaz fırsat oluşturmaktadır.