Geçtiğimiz hafta hepimizi gururlandıran bir gelişme yaşandı. Tarihimizde ilk defa bir Türk’ün, uzaya seyahat etmesine şahitlik ettik. Türkiye’nin ilk astronotu olarak adını tarihe yazan Alper Gezeravcı’nın, yapacağı bilimsel çalışmalar Türkiye’nin uzay araştırmalarına yeni bir boyut getirecektir.
Alper Gezeravcı’nın bu tarihe geçen seyahati akıllara geçmişte uzay çalışmaları konusunda neden bu kadar geri kaldığımız sorusunu da getirmiştir. Oysa insanoğlu 1960’lardan itibaren uzaya uydu göndermeye başlamış ve uzay çalışmaları konusuna el atmışken maalesef aynı tarihlerde Türkiye’de çok farklı gelişmeler yaşanıyordu.
Mesela 1961’de ilk kez uzaya uydu gönderildiği tarihlerde memleketimizde siyasi darbeler yaşanıyor, hükümet bunalımları oluyor, köyden kente bilinçsiz göç, sağ-sol olayları gibi meseleler gündemi meşgul ediyordu.
Türkiye’nin uzay çalışmaları aslında 1993 yılında başlasa da asıl önemli gelişmeler 2018 yılında yaşanmıştır. Zira bu tarihte uzay ajansı kurulma fikri ortaya atılmıştır. Ardından, 13 Aralık 2018 tarihinde Türkiye Uzay Ajansı kurulmuş birkaç yıl sonra da bu ajans tarafından, 2022-2030 yılları arasındaki Milli Uzay Programı strateji belgesini yayınlanmıştır.
Söz konusu belgede ortaya konulan hedefler arasında, Ay yüzeyine iniş yapmak, yeni uzay teknolojilerinin geliştirilmesi, uzay limanının kurulması, Uzay Teknolojileri Daire Başkanlığı'nın kurulması ve bir Türk vatandaşının bilimsel görev için uzaya gönderilmesi yer alıyordu.
Fakat bu ajansın kurulması ve bu birime ayırılan bütçe ülkemizde hemen her şeye muhalif olan bazı kesimlerin tepkisini çekmiş, uzay çalışmaları konusu alaya alınmaya başlamıştır. “Bu bütçe ile bırakın uzayı Palandöken’e çıkamayız” söylemleri ortaya atılmıştır.
İşin daha da kötüsü bu yaşananlar sosyal medyada uzun süre belli bir kesimin diline dolanmış, her fırsatta uzay konusunda atılmaya çalışılan adımlar küçümsenerek, alay edilmiştir.
Esasen Türkiye’nin uzay çalışmaları konusunda geç kaldığı ve bu konuda yeterli alt yapısının olmadığı, lazım geldiği kadar bütçeye de sahip olmadığı bir gerçektir.
Ancak unutulmaması gereken bir husus vardır, o da her şeyin önce hayal ederek başladığıdır. Zira hemen her büyük buluş ve gelişme, önce hayal ederek başlamaktadır. Çünkü bir konuda belli bir seviyeye gelinmesi için öncelikle bu konuda belli bir idealin ortaya konulması gereklidir. Ardından bu ideali gerçekleştirmek için adımlar atılmaya başlanır ve belli bir aşamaya gelinir.
İdeali olmayan ve hayal kuramayan toplumlar, önemli buluşlar gerçekleştiremez, ileriye doğru gidemezler.
Geçmişe baktığımızda gerçekleşsin veya teoride kalsın, hemen hemen bütün büyük liderlerin birer hayali, gerçekleştirmek istediği önemli hedefleri vardır. Saltanatı yıllarında İstanbul’un iki yakasını birbirine bağlayan bir köprünün planlarını çizdiren Sultan Hamid vizyoner bir kişilik olarak aslında zihninde geleceği tasarlamıştır. Şevket Süreyya Aydemir, merhum Adnan Menderes’i tarif ederken, “millet için, memleket için hayalleri olan bir insandı” ifadelerini kullanmıştı.
Neticede Türkiye’nin uzay çalışmaları da bir hayalle başlamıştır. Ülkemiz, elbette ki bu konuda zirve yapmış diğer ülkelerin çok gerisindedir. Fakat unutmamak gerekir ki, bugün başlayan çalışmalar, hız kesmeden devam ederse bugün hayali kurulan şeyler yarın gerçekleşebilir.
Yeter ki yazımızın başında ifade ettiğimiz üzere dünyada yaşanan gelişmelere kulak tıkayarak kendi iç kavgalarımıza dalmayalım, eskiden yaptığımız gibi insanlık uzaya çıkarken bizler kısır çekişmelerin içinde vakit kaybetmeyelim.