Günümüzde başta televizyonlar (hatta radyolar) olmak üzere; özelde sosyal medya, genelde bütün internet ortamları üzerinden yapılan aldatıcı ve yönlendirici reklamlar insanların doğal tüketim alışkanlıklarını bozarak onları görünürde renkli, gerçekte kapkaranlık hayatlara sürüklüyor. Bu reklamlar kişilerde ihtiyaç dışı tüketim ve satın alma isteği doğuruyor. Bir noktadan sonra kontrol tüketicinin elinden çıkarak reklam verenlere geçiyor.
Reklam sektörü (dolayısıyla üretenler), kullanıcısı her geçen gün artan sosyal medyanın o akılları baştan çıkaran etkili gücünü fazlasıyla kullanıyor. Bu kanalları kullanan reklamcılar bütün hileli pazarlama yöntemlerini deneyerek zihinleri bulandırdıkça bulandırıyorlar. Bunun yanında online alışveriş vasıtalarıyla ürünlere ulaşmanın kolaylığı da tüketim çılgınlığını hızlandırıyor. Reklamlar aracılığıyla bireylerin tüketim isteği kamçılanıyor. Hatta reklamlarda teknolojik hileler kullanılarak tüketicilerin iştahları kabartılıyor. Sağlıksız ürünler fütursuzca sağlıklı diye sunuluyor. Kontrol mekanizmaları görevlerini yerinde ve zamanında yapmıyor. Olan neticede tüketiciye oluyor.
Kapitalizm üretim araçlarının özel mülkiyetine ve bunların kâr amacıyla işletilmesine dayanan bir ekonomik sistemdir. Bu da serbest piyasa ekonomisini beraberinde getirmiştir. Türkçede bu sistem “anamalcılık” ve “sermayecilik” kavramlarıyla karşılanmıştır.
Rekabeti ve piyasayı önceleyen bu sistem, önceliğini para olarak belirlemiş, insanî değerleri çok da itibara almamış, her hâlükârda rekabeti ve daha çok kazanmayı amaçlamıştır. Bu sistemde ürünün fiyatı maliyetten çok yukarda olmalıdır, böylece artı değer üretmelidir.
Kapitalizm üretimi teşvik edip canlandırsa da alt gelir gruplarındaki kişilerin eşitliğine, huzuruna, refahına ve insanca yaşamasına engeldir. Zira bu bencilliği ve bireyciliği besleyen, kolektivizmi ortadan kaldıran bir sömürü düzenidir. Bunu pandemide yaşadık.
Yersiz ve aşırı tüketimin kapitalizmle de yakın bir ilgisi vardır. Kapitalistler tüketimi artırmak, tüketim alışkanlıklarını körüklemek isterler. Çünkü ne kadar çok tüketim olursa onlar o kadar çok kazanırlar. İhtiyaç olsun olmasın, tüketen insan tipi onların sevdiği insan tipidir. Paylaşma onların lügatlerinde yoktur. Parayı kendilerine adeta mabut edinmişlerdir.
İnsan, kapitalizmin oyuncağına dönüşmüş haz avcısı doyumsuz bir varlık… Doğru söylemek gerekirse insanda istemenin sınırı yok. İhtiyaç olup olmadığına bakmaksızın sürekli elimizdekinin daha fazlasını istiyoruz. Daha fazla olanı elde ettikçe daha mutlu olacağımızı sanıyoruz. Bunu Peygamberimiz ne güzel ifade etmiş: “İnsanoğlunun bir ova / vadi dolusu altını olsa, bir ovayı / vadiyi daha ister. İnsanoğlunun karnını topraktan başka bir şey doyurmaz. Ve Allah tövbe edenlerin tövbesini kabul eder.” (Müslim, Zekât, 117 “1048”)
Tüketim bazıları için aslında bir var olma ve benliğini gerçekleştirme eylemi olarak görülmektedir. Burada özentiler devreye girmektedir. Tüketici, özendiği kişilerin ve kitlelerin yaşadığı gibi yaşamaya çalışarak onlara yaklaştığını, onların bir parçası olduğunu ve güya kendini gerçekleştirdiğini zannetmektedir. Böylece zorlama da olsa kendine suni bir kimlik oluşturmaktadır. Bu sadece metalarla değil dinlenilen müzik tarzıyla, ilgilenilen sporlarla da kendini gösterebilmektedir. Bu da önü alınamayan o yoz moda kültürünün kapısını aralamaktadır. Bunun ileri boyutlara varması bir çeşit tüketim hastalığı boyutuna varmaktadır.
Tüketim ve kimlik inşası çoğu zaman birbirini besleyen, birbirinden beslenen, birbiriyle bağlantılı kavramlar olabilmektedir. Bugün piyasada onlarca cep telefonu markası olsa da kendini zengin olarak gören veya zengin olmadığı halde öyle görünmek isteyenler, hepimizin bildiği o telefon markasını almayı yeğlemektedir. Oysa bazıları onu alacak güçte olmasa da dişinden tırnağından artırarak bütün parasını o marka telefona vermektedir. Elde edince de bundan büyük haz duymaktadırlar. Tüketim kavramına tarihsel bir bakışla yaklaşan ve “Tüketim” kitabının yazarı olan Robert Bocock’a göre “İnsanlar, kendi kimliklerini yaratmalarına yardımcı olacağını düşündükleri malları tüketerek, olmayı arzu ettikleri varlık gibi olmaya ve kendileriyle ilgili bu imajı, bu kimliği sürdürmeye çalışırlar. Giysiler, parfümler, otomobiller, yiyecek ve içeceklerin hepsi, bu süreçte rol oynayabilecek şeylerdir.”