Osmanlı Devleti, 1914’de katıldığı Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup olarak ayrılmış, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi ile Anadolu işgale açık bir hale gelmiştir. Ateşkes antlaşmasının mürekkebi dahi kurumadan harekete geçen İtilaf Devletleri, Anadolu’nun stratejik noktalarını bir bir işgal etmişlerdir.
Başkent İstanbul, Mondros Mütarekesinin ardından fiilen işgal edilmiştir. Bu nedenle İstanbul Hükümeti işgaller karşısında protestolar dışında bir tepki verilmesini sakıncalı görmeye başlamıştır. Bu arada Anadolu’da yerel bir direnişin örgütlenmesi için harekete geçilmiş ve bazı vatansever subaylar çeşitli görevlerle Anadolu’ya gönderilmiştir. Mustafa Kemal Paşa da, Dokuzuncu Ordu Müfettişi sıfatı ile Anadolu’ya gönderilmiş ve 19 Mayıs günü beraberinde geniş bir heyetle Samsun’a çıkmıştır.
Anadolu’da başlayan yerel direniş Mustafa Kemal Paşa’nın liderliği altında toplanmış, Erzurum ve Sivas Kongrelerinin ardından İstanbul’daki son Osmanlı Meclisi’nin Misak-ı Millîyi kabul etmesiyle İstanbul resmen işgal edilmiş, ardından 23 Nisan 1920’de Ankara’da Büyük Millet Meclisi açılmıştır.
İşte bu noktadan sonra Milli Mücadele, Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğinde Büyük Millet Meclisi ile birlikte yürütülmeye başlanmış, Türk Milleti de bu mücadeleden desteğini esirgememiştir. Tekâlif-i Milliye emirleri ile elinde avucunda ne varsa Türk Ordusuna bağışlayan bu aziz millet, kazanılacak olan zafere katkıda bulunmuştur.
Sakarya Zaferi sonrası Yunan ilerleyişinin durdurulmasıyla birlikte artık herkes kesin bir taarruz yapılacağından emindi. Fakat hangi gün ve saatte yapılacağı bilinmiyordu. Bu arada Türk kuvvetleri mühimmat eksiklerini tamamlaya çalışıyor, büyük gün için hazırlıklar yapılıyordu.
Bu arada Mustafa Kemal Paşa tarafından, diplomatik çözüm arayışında bulunmak üzere İngiltere’ye gönderilen Fethi Bey, yaptığı temaslarda bir netice elde edememiştir. Son barışçıl hamlenin de neticesiz kalmasının ardından Türk Ordusu Anadolu’daki Yunan işgaline son vermek üzere harekete geçmiştir. 9 Eylül günü İzmir’in alınmasıyla sona eren Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Muharebeleri ile Batı Anadolu, işgalden temizlemiştir.
Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Türk Milleti’nin son neferine kadar mücadele ettiği bu ölüm-kalım savaşı neticesinde parlak bir zafer kazanılmış, Anadolu’nun işgalini öngören Sevr Antlaşması gibi projeler rafa kaldırılmıştır.
Bugün 100’ncü yılını kutladığımız bu zafer, bizler için büyük bir gurur vesilesidir. Bu zafer aynı zamanda Türk Milleti’nin birlik ve beraberliğini sağlamlaştırdığı zaman neleri başarabileceğini de göstermektedir.
Maalesef bugüne geldiğimizde en küçük milli bir meselede dahi bir ve beraber olamayan milletimiz, ideolojik kavgalar ve kısır çekişmelerle uğraşmaktadır. Esasen hiçbir kazananı olmayan bu mücadeleler neticesinde resmen olmasa bile zihnen bölünmüş bir millet haline gelme tehlikesi ile karşı karşıya kalmaktayız. Yüz yıl evvel toplar ve tüfeklerle ele geçirilemeyen, esir edilemeyen Türk Milleti bugünlerde yurt dışı odaklı sosyal medya ve diğer kitle iletişim araçları ile teslim alınmaya çalışılmaktadır.
Siyaset bilimci Huntington, “Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması” isimli kitabında, Türkiye’yi medeniyet ve kimlik bazında “bölünmüş” ve “kararsız” ülke olarak tanımlamıştır.
Zihnen bölünmüş bir milletin her türlü tehlikeye açık hale geldiği bilinmekle birlikte bizler artık Milli Mücadele yıllarımızdan dersler çıkararak tarihsel kodlarımıza geri dönmeli ve birlik beraberliğimizi tekrar tesis etmeliyiz.