2000 yılı öncesini hepimiz hatırlarız.
Z kuşağı bilmez, öğrenme gereği de duymaz.
Ama bazı şeylerin özellikle kırılma noktalarının iyi bilmesi gerekir.
Hepimiz çok iyi hatırlarız.
Türk Liderlerinin çoğu, başbakan ve cumhurbaşkanı dâhil geçmişte Amerika Başkanının karşısında veya Avrupa Ülkeleri başbakan veya Cumhurbaşkanlarının yanında el pençe divan dururdu.
Yani üzülerek belirtmeliyim ki çocukların oynadığı oyuncak hamur gibi istedikleri şekle sokabiliyor ve istediklerini yaptırabiliyorlardı.
Ama kendi rızalarıyla ama zoraki.
Ve bu durumu 2000 yılı öncesine kadar çok belirgin bir şekilde yaşadık.
Üç ayda bir hükümet yıkıp hükümet kuruyorlardı
İstediklerini göreve getirip istediklerini alabiliyorlardı
Ama askeri ihtilalle ama 28 Şubat varı uygulamalarıyla.
Türkiye öyle bir duruma gelmiş ki 1990 yılından sonra kurulan hükümetler ya koalisyon ya da azınlık hükümetlerinde bakanlıklar partiler arasında bölük pöçük olmuştu.
Kimin ne yaptığı belli değildi.
Bu sebeplerden dolayı Türkiye’de 20 yıl hiçbir parti tek başına iktidar olamamıştı.
Böl parçala yönet sistemi uygulandı yıllarca maalesef bir de başımıza PKK terörünü musallat etmişler ki Türkiye hasta aslan konumuna getirilmiş.
Ta ki Recep Tayyip Erdoğan’ın ortaya çıkıncaya kadar
Uyumsuz hükümetler sonunda Recep Tayyip Erdoğan rüzgârını doğurmuş ardından 20 yıl Türkiye tek başına iktidarla yönetildi.
Hem özgüveni olan, hem güven veren,
Başta Amerika ve Avrupalı liderler Recep Tayyip Erdoğan’ı çocuk oyun hamuru gibi istedikleri şekle sokamadılar. İstedikleri gibi kullanamadılar, istediklerini yaptıramadılar.
Dünya 5’ten büyüktür diye haykıran tek liderdir.
Türkiye dünya masasında uşak pozisyonundan kurtulup, hisseder olma noktasına gelmiş. Masaya hizmet eden değil, masada oturan sözünü dinleten ve dünyaya liderlerine “Durun bakalım, Türkiye’ye rağmen her istediğinizi yapamazsınız” diyerek rest çekilen bir ortam oluşmuş.
İşte işin kopma noktası da burasıdır.
17-25 Aralık’ı yaptıranlar da, gezi olaylarını çıkaranlar da, MİT Başkanını gözaltına almak isteyenler de 15 Temmuz’u yaptıranlar da aynı güçler.
Yani Recep Tayyip Erdoğan’ı çocuk oyuncak hamuru gibi istedikleri şekle sokamayanlar. İstedikleri gibi evirip çeviremeyenlerdir.
Şimdi Türkiye’deki işbirlikçilerle birlikte tüm dünya Recep Tayyip Erdoğan’ın karşısında birleşmiş.
Tayyip Erdoğan gitsin de ne olursa olsun mantığı
Yani yine eskisi gibi Türkiye’yi siyasi olarak bölüp parçalamak ve yönetmek.
Maalesef bizim liderlerimizin de buna alet olması bizi kahreden durumdur.
6’lı masa ne yazık ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın karşısında birleşmiş, masanın atındakiler ile üstündekilerden aldıkları direktifler doğrultusunda hareket ediyor.
Bakın şimdiden Türkiye’yi karmaşık duruma sokuyorlar bile.
Henüz Cumhurbaşkanı adaylarını belirleyemezken bakanlıkların paylaşımıma geçtiler.
Yani binanın temelini atmadan üçüncü kattan başladılar.
6'lı masa 10. toplantısını gerçekleştirirken, ilk kez resmi olarak 'ortak aday' vurgusu yaptı ve Cumhurbaşkanı adayı tespiti ile ilgili istişarelerin başlayacağını açıkladı.
Krizlerin ve kavgaların gölgesinde yapılan bu toplantıda alınan kararlar sonrası 6'lı masadaki partilerin istediği bakanlıklar masanın dışına sızdı.
CHP: Milli Eğitim, Ekonomi, Dışişleri, Adalet bakanlığını istiyor.
İYİ Parti: Sağlık, Aile, İçişleri, Tarım bakanlığını
DEVA: Ekonomi, Adalet, Dışişleri bakanlığını
Gelecek Partisi: Adalet, Dışişleri, Milli Eğitim Bakanlığını
Saadet Partisi: Aile Bakanlığı, Tarım Bakanlığını
Demokrat Parti: Kültür ve Turizm, Tarım Bakanlığını istiyor.
Dikkat ederseniz tüm partiler bir veya iki bakanlık konusunda çakışıyor. Yani onda bile anlaşamıyorlar. Onda bile mutabakata varamıyorlar.
Bir de düşünsenize kazara iktidara gelip bu bakanlıkları paylaştıklarına.
Birbirine girerler.
Ahmet Davutoğlu masadan çekiliriz restini çekti.
“6 Genel başkan her stratejik kararda aynı imza yetkisine sahip olacak” diyor.
Yani yüzde 0,5 oyu olan da yüzde 30 oy oranı aynı yetkiye sahip olacakmış.
“Cumhurbaşkanı sizin oyunuz düşük karar benim derse kriz çıkar ve ülke yeniden seçime gider” restini de çekti.
Yani yukarıda dediğim gibi yine 3 ayda bir seçim, istikrarsız ve kaos ortamı oluşacak.
İyi Parti sözcüsü Kürşad Zorlu ise “Cumhurbaşkanı biz dedik şunu yapacak, bunu yapmayacak şeklinde bir yaklaşımı doğru bulmuyoruz” diyerek yine terörle mücadele bir helikopteri kaldırmak saatleri alacak.
Yine 2000 yılı öncesi istikrarsız, güvensiz, darmadağın, güven ortamı oluşmayan, yabancı sermayenin çekildiği, yatırımcının kaçtığı, döviz üzerinde manipülasyonların yapıldığı, akşamdan sabaha yeni milyarderlerin türemesi, akşamdan sabaha büyük iflasların yaşanması gibi durumlarla karşı karşıya kalacak Türkiye.
Yani demem o ki Türkiye’nin; yukarıda bahsettiğim günlerine geri dönmesini kaçınılmaz olacak.
Amerika ve Avrupalı liderlerin karşısında esas duruş, tek başına iktidarın değil azınlık ve koalisyonlarla Türkiye’nin yönetilmesi ve o kara günlere geri dönülmesi çabasıdır.
Akıllı olalım
Türk insanı aklıselimdir.
2000 yılı öncesi ve sonrasını kıyaslayacak kadar da zekidir.