Bugün gibi hatırlıyorum. Arafilboyu Tevfikbey ilkokulundayız. Hemen yanı başında Kudrettin Caminin misafirhanesi olarak kullanılırken, Trabzon’a maarif müdürü olarak atanan Tevfik Bey tarafından restore edilerek 1906 yılında eğitim öğretime açılan tarihi bir binadayız. Üzerinde isimlerin kazındığı cıvataları gevşemiş tahta sıralara oturmuşuz.

Sınıfın girişinde sağ tarafta boyumuz kadar bir soba yanardı. O kadar harlı yanardı ki etrafı kızarır, alevi tavanda raks ederdi. Sınıfı ağır bir kömür kokusu esir alır, bazen teneffüsü beklemeden pencereleri açtığımız da olurdu. Zılgıtı da sınıfı havalandırmadığı için nöbetçi öğrenci yerdi. Üşüyenler ise montlarını giyer top lahanası gibi otururlardı.

Şımarık ve süslü kızlarla yan yana oturmamak için midir? Her türlü yaramazlığı beraber yaptığımız ilk suç ortaklarımızla birlikte olmak için midir? bilinmez, sıkışık oturmaktan hiç rahatsız olmazdık. Şimdilerde her mekân dar geliyor, bir yerlere sığamıyoruz. Biz mi büyüdük mekanlar mı küçüldü bilemiyorum.

Terden su oluncaya kadar Japon kale maç yaptığımız mahallemizin dar ve yokuş sokakları ne kadar da küçükmüş. Dozer Cemil’lerin, Deli Bekir’lerin maç yaptıkları Maşatlıktaki saha o zaman da çok büyüktü bizim için. Onların maç yaptıkları gün sahanın etrafında yerlerimizi alırdık. Sağa sola, uçuruma kaçan topları alıp onlara atmak bile ayrı bir keyifti. Bodiş, Hücum, Şerif ve diğerleri. Bol küfürlü, alaycı ve kavgalı futbol muhabbetlerine o zamandan beri antrenmanlıyız.  Küçüklüğümüzden mi? hayranlığımızdan mı? onların oynadığı topu bugün benim diyen futbolcular dahi oynayamıyor.

Okulun ilk günlerinde sınıfın tahta döşemeleri kapkara ziftlere bulanır, üzerine inceden odun talaşı serpilirdi daha dayanıklı olsun diye.  Okul önünde selam vermek için yarıştığımız ilk sevgilimiz Semiha Hocamızı beklerdik. Oyunu bırakır esas duruşa geçer baş selamı verirdik. O kadar hoşumuza giderdi ki bazılarımız on- on beş adım sonra tekrar selam vermek için yerini değiştirirdi.

Ne de büyükmüş önlüklerimiz, neredeyse diz kapaklarımıza kadar inerdi. İçinde kaybolduğumuz devasa kostümlerdi. Beyaz yakalar, kırmızı kurdeleler. Kimilerinki ilkokulu yeni bitirmiş tanıdık birinin oğlunun önlüğü. Kimilerinki beşinci sınıfa kadar giyilebilir umuduyla büyükçe diktirilen kara önlükler. Sağ cepte burun mendili sol cepte el yüz mendili. Ama burunlar yine de sümüklü hep sümüklü…

Saçlar modelsiz, tek tip, üç numaraya yakın alaburus kesimler. Kızların saçları çoğunlukla uzun ve örgülü. Saç örmekten illallah diyen anneler bir süre sonra kızların saçlarını keserdi. Saçlarımızı Berber Adil Abi ya da aynı zamanda mahallemizin de diş doktoru! Berber Osman tıraş ederdi.  Kerpeteninden başka alet edevatı olmaması çok da önemli değildi. Sağ ve sol kolunu tutan bir babayiğit ile başını sıkıca kavramış berber kalfası morfinden daha etkili olurdu. Gösterdiğin mukavemet acını bastırırdı. Saç kestirmeye gitsen bile aynı travmayı yaşardın. Tıraşı beğenmeme, trip atma gibi bir durum söz konusu olamazdı. Çıkınca bütün artizlik! babaya yapılırdı.

Sınıflarımızda çağları gösteren afişler vardı. Yontma taş, cilalı taş. Kedilere kuşlara fırlattığımız taşlar ilk çağlarda ne kadar da değerliymiş diye düşünürdüm çocukça. Büyüyünce öğrendim modern zamanlarda da taşların değerli olduğunu. Çağları değiştiren taşlar gitmiş şimdilerde kapıları açan tek taş’lar gelmişti.

Bir de mevsimlerin döngüsünü anlatan afişler vardı. Sonbahar ile başlayan yaz ile biten kartonlar. Sonbahar, Kış, İlkbahar, Yaz. Sonbaharı en iyi düşen yapraklar anlatıyormuş ki hep öyle resmetmişler.  O günlere dönebilsem öğretmenime itiraz ederdim. “Sonbahar başta olmaz ki adı üzerinde sonda olur” derdim.

Şimdiler de ise takvim yaprakları anlatıyor son baharı, bir de birer birer giden eş, dost, arkadaş söylüyor vaktin geldiğini.  Son bahar yaprakları insanda takviminden, ağaçta ise dalından düşermiş.

Kimileri haber vererek gitti kimileri de vermeyerek. Alıştıra alıştıra, yavaş yavaş. Biz gidiyoruz diyenler de oldu demeyenler de oldu. Ama bekleyenler için her gidiş bir erken veda oldu.

“İnnâ lillâh ve İnnâ ileyhi Râciûn”

Şüphesiz biz Allah’tan geldik ve şüphesiz dönüşümüz O’nadır.

Ölenlerimize rahmet, kalanlarımıza selamet olsun…