Dokundukça dökülen simli kartpostalları hiç sevmemişimdir nedense. Üstün başın sim olurdu. Nazlı kızlar, o kartpostalları abartılı sevdiği için mi?, O dönemlerde kızların simli elbiseleri olduğu için mi? tam olarak hatırlayamadım ama dökülüp saçıldığı içindir  sevmeyişim.

Mahallemizin postacısının 250 Jawa Ceylan motosikleti vardı. Çıkardığı gürültüden anlardık geldiğini. Sarıydı ve resmi hizmete mahsustu. Üzerinde kocaman PTT logosu vardı. Motoru sokağın başına bırakır, mektupları elden teslim ederdi. Bize mektup gelmiş mi merak etmezdim. Motorun yanına gider sağını solunu incelerdim, postacı gözden kaybolunca da kurcalardım. Sürebilir miyim diye düşünürdüm halbuki bisikletim bile yoktu.

Daha çok, belki de sadece bayramlarda evimize mektuplar, kartpostallar gelirdi. Kartpostallarda genellikle geldiği şehrin panoramik manzaraları olurdu. Bir de artistli olan kartpostallar vardı. Onlar genellikle gönderilmez kırtasiyeden alınır, biriktirildi. Bruce Lee ve Chuck Norris’in epey kartpostalını biriktirmişliğim vardır. Ama içlerinde en değerlisi onun gibi çalım atmayı istediğim, İskender’e Trabzonspor tesislerinde imzalattığım kartpostaldır. O kadar büyülü top oynardı ki kaldırımda bile üç kişiye çalım atabilirdi. Amatörde top oynayan, topa vurmasını biraz becerebilien O’nun yürüyüşünü taklit eder, kendine “topçu” payesi verirdi. İtiraf ediyorum benim de öyle  yürümüşlüğüm olmuştur kimi zaman.

Melek sinemasında hastası olduğumuz karate filmlerinden okulu kırdığımız  bazı günler üç doz alırdık. Konak ve  Sümer sinemalarında  daha çok edebe aykırı filmler oynatılırdı. Film afişlerinin bazı bölgelerinin siyah bant ile kapatılması içerideki durumdan ipucu verirdi. Sinema önlerinde Teksas, Tommiks değiş tokuşu yapardık  ya da satardık. Kazandığımız parayı hemen orada en leziz tükürük köftesi ve şambali tatlısına gömerdik.

Bruce Lee gibi “mınçıka” kullanamazdık ama ona benzer bir şey yapardık el marifetimizle. Fırça sapına benzeyen iki odun paçası ve bir zincir işimizi görürdü. Hızlı çevirmeye, sallamaya çalıştıkça kafamızı, kolumuzu, bacağımızı morartırdık. Asıl adının “nançaku” olduğunu çok sonradan öğrendik ama olsun.

Hatırlıyorum o dönemlerde Merhum Turgut Özal, mektup yazmayı özendirmek için bir kampanya başlatmıştı. Yıl 1986.  Yazdığımız mektuplar 2000 yılında adrese teslim edilecekti. Çok uzun zaman var diye ben yazmamıştım. Arkadaşıma da yazdırmadım ne gerek var diye. Ama keşke yazsaydık. Yani anlayacağınız geleceğe mektup yazamadık. Ulaşır ümidiyle geçmişe yazalım.

Mektup yazmayalı, kartpostal göndermeyeli yıllar yıllar oldu. Nasıl yazılır unuttuk. Evvela selam eder, büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim diye beylik mektup girişleri vardı. Özlem o kadar büyük olmalıydı ki mektuba son verirken bu temenni tekrar edilirdi.

Kendime söyleyeceğim çok şey olmalı ki Sevgili Aydın diye başlayan bir mektup yazmak isterdim.

Milenyum geçeli çeyrek asır oldu. İki kere iki hala dört ediyor, güneş yine doğudan doğuyor. Ama değişen çok şey oldu. Annen, baban artık yok, eşin de yok, “Ay”ı senden olan “Tuğ”unu bırakarak gitti. Yeteri  kadar mı bilmiyorum ama avuçlarımda epeyce acı da var anı da. Biraz umut biraz sevinç kaldı yılların sonunda. Şükür ki şikayetçi değiliz. Olana şükrediyor olmayana sabrediyoruz der, bir mektup klasiği olan havadan sudan konulara geçerdim.

Artık elimizden düşürmediğimiz “cep” telefonlarımız var. Kentin meydanlarında dahi telefon ankesörleri kalmadı gibi. Kalanlardan da millet dolandırılıyor ya da işletiliyor. Kendilerini hakim, savcı, polis diye tanıtan yeni bir dolandırıcılık metodu türedi bu zamanlarda.

Ev telefonları da bitmek üzere. Yaşlı amcalar teyzeler akıllı telefonlarda çok zorlanıyor gariplerim. Fırlama, bilmiş torunlar dalga geçiyor akıllarınca. Kolaylıkla kullanabilsinler diye oğulları, onlar için büyük tuşlu, rakamları okunaklı telefonlar arıyor çarşı pazar. Büyüklerimiz, telefonda zorlanıyorlar ama sosyal medyaya meraklı olanları da var. Bazılarının facebook sayfaları olduğunu da biliyoruz. Bu ne deyince öleni kalanı takip etmek için cevabını alıyoruz. Bir de kandil, Cuma mesajları gönderiyorlar ilahili olanlarından.

Kartpostalı, mektubu çoktan bıraktık. Kişiye özel mesaj atmayı da bırakmaya az kaldı. Tek bir metin tek bir mesaj, onu da internetten bulup topluca gönderiyoruz.  Arkadaşa da aynı mesaj teyzeoğluna da patrona da.

Ecnebi adeti de olsa yeni bir yılı vesile kılarak  -mektuptan vazgeçtik- mümkün olduğunca sevdiklerinize telefon açın hiç olmazsa özel mesaj gönderin. Hatırlamak güzeldir hatırlanmak daha da güzel. Elbette maksat yeni yıl değil  muhabbet. İrtibatı koparmayalım, safları sıklaştıralım babında.

Yeni yılın sizlere, sevdiklerinize, sevenlerinize sağlık, huzur dolu nice günler, hasılı hayırlar getirmesi umudu ve  dileğiyle…