Adamın birisine senin kaç dostun var diye sormuşlar, o da bir buçuk dostum var diye cevap vermiş.

Arkadaşları da biri anladık da ya buçuk ne demek, diye sorduklarında, o da gelin size göstereyim demiş.

Oğlunu çağırmış, git şu arkadaşa, babam birisini öldürdü onu defnedecek seni acele çağırıyor,  hemen gelmeni istiyor, de demiş.

Çocuk gitmiş tarlada çalışan adamı bulmuş, babam bir adam öldürdü, onu defnedecek seni acele çağırıyor, dediği zaman adam, işini hemen bırakmış, haydi gidelim diye koşarak gelmiş.

Adam işte bu benim tam dostumdur, demiş.

Şimdi size buçuk (yarım) dostumu göstereyim diyerek oğluna git filan kişiyi de aynı sebeplerle çağır demiş. Çocuk gitmiş, tarlada çalışan ikinci adamı bulmuş,  babam bir adam öldürdü, onu defnedecek seni acele çağırıyor, dediği zaman adam dur, ellerimi yıkayayım gidelim demiş, ellerini yıkadıktan sonra yola çıkmışlar.

Adam, işte hemen gelmeyip ellerini yıkayan kişi de benim yarım, dostumdur diye cevap vermiş

Ülkemiz dünyanın en büyük felaketlerinden birisini yaşadı, birçok ülke bize yardıma geldi, ama Azerbaycan imdadımıza yetişmeye çalışan ilk ülkeydi ki zaten Azerbaycan da dostumuz değil bizatihi kendimizdir.

Elbette diğer ülkelerin yardımını küçümsemeye, onlara sitem etmeye hakkımız da zamanımız da yoktur. Hepsine minnettarız, inşallah bu durum daha güzel dostlukların başlangıcı olur. Biz kendi ayaklarımız üzerinde durmak zorundayız, büyük milletler büyük yıkımlardan daha güçlü çıkar. Almanlar iki cihan harbinden de yenik ve yıkık bir hâlde çıkmalarına rağmen şu anda dünyanın en güçlü devletlerinden birisine sahipler. Aynı akıbeti Japonlar da yaşamış olmasına rağmen onlar da virana ülkelerinden çok büyük devlet çıkardılar.

Biz de bu felaketi fırsata çevirerek, bölünük zihinlerimizi birleştirerek çok güçlü bir şekilde bu felaketten çıkmamız gerekmektedir. Şimdi hesap zamanı değil hayat zamanıdır. Hesabımızı erteleyebiliriz ama hayatı ertelemeyeyiz.

Daha önce Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi aynı ruh, aynı duygu ve amaçla ihtiyacı olan vatandaşlarımızın yardımına koşmak, maddi olarak gücü yetenlerin nakdî ve aynî yardım yaparak ona gücü yetmeyenlerin kan vererek, kardeşlerine dua ederek seksen beş milyon olarak tek vücut olmak zorundayız.  

Gün birlik günüdür, yiğidin düştüğü yerden daha güçlü kalkma günüdür, az yeme, az gezme, çok yardım etme günüdür. Gün anlayış, fedakârlık, ibret alma günüdür. Gün fesat, fitne çıkarma günü değildir.

Depremzedelerin mallarını çalmaya çalışan hırsızlarla, depremzedeler üzerinden siyasi çıkar elde etmeye çalışan kişiler arasında karakter bakımından hiçbir fark yoktur. Bu yola tevessül eden her kimse bu kişileri iyi not etmeli, fakat onları bu zamanda dikkate almamalıyız.

Fakat insanın ölüsünü de dirisini de sömürmeye çalışan bir siyasi kültürü geliştirmiş olmamız inanın depremden daha tehlikelidir. Böyle bir ortamda siyaset yapmaya çalışmak depremin kendisinden daha tehlikelidir. Gogol’un meşhur romanı Ölü Canlar’da olduğu gibi Pavel İnanoviç Çiçikov’un modern versiyonları aramızda dolaşmaktadır.

Aslında dikkat edersek bu siyasi ahlaka sahip insanlarla o binaları yapan ahlak yoksunu müteahhitler arasında hiçbir fark yoktur. Biz bu ahlaksızlıktan kurtulmadıktan sonra toprağın altına daha çok canlar vereceğimiz kesindir.  

Defin malzemelerine en fazla ihtiyaç duyulan bir yerden ve zamandan hâlâ siyasi bir getirim devşirmeye çalışmak ne kadar ahlaki bir durumdur? Elbette her şeyin bir zamanı, bir bedeli vardır. İnsanlar yaptıkları veya yapmadıkları her eylemin hesabını bu asil millete vereceklerdir. Fakat bu zaman o zaman değildir. Zaman susma, yardıma koşma, sabır gösterme zamanıdır.