Olayların illiyet bağını iyi çözümlemediğimiz için benzer durumlarda benzer sorunları yaşamaya devam etmekteyiz. İnsanların felaketlerin doğal sonucuna başka mana yüklemesi ve yükledikleri bu manadan kendilerine bir çıkar sağlaması tarihin her döneminde var olmuştur.

Bir insanın yüksek bir yerden kendisini aşağı atması neticesinde ayağının kırılması yapılan eylemin doğal sonucudur. Bu sonucu ceza olarak yorumlamaya kimsenin hakkı yoktur. Zira aynı eylemin tekrar edilmesi, birçok kez aynı sonucu verecektir. İnsanlar olaylar arasındaki bağlantıyı iyi kurmadıkları zaman bu olayı suiistimal ederek bundan nemalanmak isteyen grupların çıkması kaçınılmaz olmaktadır.

IV. Murat zamanında Trakya’da Babaeski yöresinde Kanber Dede adlı Bektaşi şeyhinin türbesi bulunmaktadır. Halk, Kanber Dede’nin türbesine büyük bir hürmet göstermekte, orada adaklar adayıp kurbanlar kesmektedir. Aynı dönemlerde ise Mevlevi sofilerinin raks edip dönmesinin, tütün ve kahve içmenin bidat olduğunu ileri sürerek buna şiddetle karşı çıkan Kadızadeler denilen bir grup bulunmaktadır.

Yine o yıllarda Avrupa’da milyonlarca kişinin ölümüne neden olan ve Osmanlı topraklarında da hızlı bir şekilde yayılan veba hastalığı, birçok kişinin ölümüne neden olmuştu. Kadızade hareketinin önde gelen liderlerinden olan dönemin ünlü vaazı ve âlimi Vani Efendi, halkın Kamber Dede türbesini ziyaret etmesi, orada adaklar adaması nedeniyle Allah’ın veba hastalığını Osmanlı’ya bela olarak gönderdiğini iddia ederek bu türbenin yıkılması gerektiğini söylemiş ve türbeyi yıktırarak oranın ziyaret edilmesini de yasaklamıştı. O türbe yıkılmış olmasına rağmen veba üç yüz yıl bu topraklarda varlığını devam ettirmişti.

Benzer bir mantıkla günümüzde bazı Fetöcüler, Fetö elebaşına yapılan haksızlık nedeni ile Türkiye’nin depreme maruz kaldığını vurgulamaya çalışan bazı videolar yayınlamaktadırlar. Bu türden bir yaklaşımla bilinçaltlarına korku derecesinde yerleşmiş şefkat tokadının karşı tarafın suratına indiğini sanmaktadırlar. Böyle yaparak dün aynı mantıkla yem oldukları sisteme, yeni yemler arama derdine düşmektedirler.

Hayvanlar hep somut; insanlar ise hem soyut hem somut düşünürler. İnsanlar soyut düşündükçe derinliğe, yüceliğe; somut düşündükçe hayvanlara yaklaşırlar.

Bir canlı öldüğü zaman, besin zinciri halkasının bir uzantısı olarak o ölünün başına aslanlar, çevresine sırtlanlar, biraz ötesine çakallar ve akbabalar üşüşmekte, yerde yatan hayvandan bir şeyler kaçırarak somut düşünme fıtratlarının gereğini yapmaktadırlar. Yerdeki cesedin etrafında dolaşan hayvanlar gibi bazı insanlar da büyük felaket anında o alana üşüşmekte, oradan kendilerine bir çıkar devşirmenin çabası içine girmektedirler.  

Ahırı yıkılmış depremzedelerin hayvanlarını ucuza almaya çalışan celeplerin, demirin, çimentonun fiyatını yükselten tüccarların, evlerin fiyatını, kirasını yükselten insanların doğadaki hayvanlardan hiçbir farkı bulunmamaktadır.

Yine depremi bahane ederek insanları kendi tarafına çekmeye çalışan ve bunu bir ceza olarak yorumlayan gruplar, halkın acısını depreştirerek ondan siyasi bir ikbal devşirmeye çalışan siyasiler, sırtlan veya çakal gibi davranmaktadırlar.

Olayların illiyet bağını iyi kuramayan, mantıklı yorum yapamayan ve çevrelerindeki sırtlan zihniyetli insanlara güvenerek onlara yanaşan zavallı vatandaşlarımız, zamanında onları kandırıp evsiz yurtsuz bırakan müteahhitlerde yaşadıkları hayal kırıklığının benzerini tekrardan yaşama ihtimalleri çok yüksektir.

Ve her felakette olduğu gibi dost bağından talan yapan insan tipli hayvanlar ile maalesef aynı ortamda yaşamaktayız.