“Bilinmez neleri getirir zaman / bilinmez neleri götürür zaman” rahmetli Ferdi Tayfur’dan defalarca dinlediğimiz, sözlerini Ahmet Selçuk İlkan’ın yazdığı gençliğimizin efsane “Hatıran Yeter” parçasından.

Hayatımızın melankolik günlerine denk düşmüş, platonik aşklarımıza kılavuzluk yapmış, zamanı aşıp bugünlere gelmiş onlarca arabesk şarkıdan sadece biri. 

Zihnimize perçinlenen bu şarkılar; okul ya da iş çıkışında yolu gözlenen, çeşitli bahanelerle evlerinin önünden defalarca kez geçilen, doğrudan söylemeye haya edilip arkadaşların devreye sokulduğu saf sevgilerin ifade biçimidir. Randevu yerine O’nun geç geleceğini bilmene rağmen erkenden gidişlerdeki aceleciliktir.  Okul sıralarında kalemtıraş, silgi alışverişinde söylemek isteyip de söyleyemediklerindir. Baklava ikram edilen tabağı, komşu kızına mısır ekmeği ile iade edişteki mahcubiyettir.

Bazen yumuşak, naif ama çoğunlukla sert ve keskindir. Terk edilmelere, karşılık bulamamalara hülasa hak edilmeyen muamelelere açılmış isyan bayrağıdır arabesk.

Arabesk ortalama bir duruma, ortalama bir adama hitap etmez. Ya mutlusundur ya da çoğunlukla derbeder. Ya yukarıdasın ya da çoğunlukla diplerde. Arabesk moral, sevgi, aşk ayrımı olmaksızın eksi bakiyedekilerin tercümanı olmuş, onlara yol arkadaşlığı yapmıştır.

Özellikle 1950’lerden sonra köylerden kente göç, yeni bir kentleşme ve müzik anlayışını da beraberinde getirmiştir. Rahmetli babamın ifadesiyle "yorganını, yatağını alan şehre koşmuş”, göç edenler tutunma ve intibak sorunu yaşamış, kültürel ayrışma dinledikleri müziğe de yansımıştır. Bu dönemlerden itibaren göç ve gecekonduların artması ile arabeskin yaygınlaşması arasında paralellik olduğu herkesin kabulüdür.

Çarpık kentleşme ve varoşlar arttıkça arabeske olan ilgi artmış, daha fazla alan açılmıştır. Arabesk gördüğü kabul itibariyle doğup, büyüdüğü varoşlarda daha çok dinlenir olmuştur. Sevgisinin, emeğinin karşılığını alamayanların, ezilmişlerin, dışlanmışların sesi olan arabeskte ifadeler derin, sert ve keskindir. Belki de bu yüzdendir kaba ve banal bulunuşu.

Arabesk çoğu zaman iş, aş, umut arayanların, şehre tutunmaya çalışanların hisleri, ötekileştirilenlerin ve kendini ötekileştirenlerin de isyanı olmuştur. Arabesk bu yönüyle protest tavra sahiptir. Orhan Gencebay’ın “Batsın Bu Dünya”sı esasında sağlam bir manifesto olmakla birlikte iman, itikat boyutlarını zorlaması nedeniyle sakıncalı, “Kula kulluk edene yazıklar olsun” sitemi ile kapitalist, komünist, faşist bilumum otoriter rejimlerdeki hizmetkarlara “titre ve kendine gel” uyarısıdır.

Kimi kesimlerce tüm iticiliğine! karşın, 2000’li yıllardan itibaren kent sosyolojisinin tamamı arabesk ile tanışmıştır. Yeni yetme sanatçıların, hoppidi poppidi şarkılarının kolay tüketilir, unutulur olması ve de yeni bir şey üretememeleri onları başka arayışlara itmiştir. Yeni bir tarz olarak; zamanında liste başı olmuş arabesk parçaları yeniden seslendirerek hazıra konmuşlardır.

Yeni düzenlemeler, DJ’ lerin disco barlarda kullanışlı gürültü bombalarına dönüşse de kulaklar, arabesk sözlere ve müziğe aşina olmuştur. Burada Müslüm Gürses’e ayrı bir parantez açmak lazım. Arabeskin en koyu hali olan Müslüm Gürses’in Teoman’ın baba şarkılarından “Paramparça”yı yeniden yorumlaması önemli bir kilometre taşıdır.

Arabesk artık, sosyo-ekonomik olarak piramidin daha üst kesimindekiler tarafından dinlenmeye başlanmış, fakir fukaranın, eğitimsiz vasıfsız, mavi yakalıların dinlediği bir müzik olmaktan çıkmış plaza çalışanlarına kadar ulaşmıştır. Hitap ettiği kesim ilk dönemlerde olduğu gibi köylü, kenar mahalle sakini, işçi vb. kesimlerle sınırlı değildir artık. Arabesk, büyük şehirlerin zengin semtlerindeki müzikhollerde, gazinolarda, barlarda ve her türlü eğlence yerinde çalınan ve söylenen bir müzik haline gelmiştir. Bir dönem ağlak, minibüs müziği diye aşağılanan arabesk Türkiye’nin yadsınamaz bir gerçeği olup çıkmıştır. O dönemler gizli gizli Ahmet Kaya dinleyen milliyetçilerin yanına gizliden arabesk dinleyen diplomalı, eğitimli kesim de eklenmiş oldu böylece.

Duvarlar yıkıldıktan, ideolojik takıntılar önemsizlikten, ayıplanma ve dışlanma korkusu ortadan kalktıktan sonra daha özgür bir ortamda herkes her şeyi dinler olmuştur. Evet arabesk şimdi daha özgür. Bu zafer, Müslümcülere, Ferdicilere, Orhancılara değil zamanın ruhuna ve onun getirip götürdüğü yaşanmışlıklara aittir.

Ve geldiğimiz noktada elimizde kalan; zamanın bize bir şeyler getirdiği ve bizden bir şeyler de götürdüğünün çıplak gerçekliğidir. Zaman bizim için artık geriye doğru işleyen saatli bomba gerginliğinde.

Köprüden önce son çıkışlar kaçırılsa da hikâyenin sonunda herkesin mutlaka toprak sahibi olacağının verdiği bir garip rahatlık içerisindeyiz.

Hatıran Yeter parçası ile başladığımız yazıyı “Aşk bir hatıradır maziden kalan /Bir gün gitsen bile hatıran yeter” diyerek bitirmeden, arabesk dışına çıkıp Feridun Düzağaç’dan rol çalalım “Ah, ne az duydum...ne kadar az söyledim / İşte bu yüzden hiç durmadan seni seviyorum de!”

Gidenleri iyi hatırlamak ve iyi hatırlanmak dileğiyle…