Evet biliyorum. Çarşı-pazar iyi değil. Artık fiyatları takip edemiyoruz. Aynı ürünü aynı fiyata nadiren alabiliyoruz. Evet görüyorum. İnsanlar sokak ortasında öldürülüyor. Akşamına video kayıtları internete düşüyor. Maaile seyrediyoruz.
Evet duyuyorum. Teröristbaşının siyasi alana çıkarılma formülleri üzerinde çalışılıyor. Açıklamaları Meclisin içinden mi, dışından mı olsun? Terör örgütünde nasıl karşılık bulacak?
Evet izliyorum. Tüm stratejiler cumhurbaşkanlığı seçimleri üzerine kuruluyor. Belediyeler, kayyumlar, siyasi denkleme yeni eklemeler, çıkarmalar, yasaklar, ittifaklar falan filan…
Kafamızda bin bir sorular…
Evet. Şunu da biliyorum belki yeri ve zamanı değil. Ama gel gör ki; susmak da bizim doğamızda yok. Bizim derdimiz; Dan Brown’un Cehennem kitabında “Cehennemin en karanlık yerleri buhran zamanlarında tarafsız kalanlara ayrılmıştır.” dediği için değil “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan” olduğu içindir.
Buradan nereye geleceğim.
Hacmi küçük ama derinliği büyük bir şehre, koca bir kente haksızlık yapılıyor. Bunu yapanlarda televizyonlarda, gazetelerde, devletin üst makamlarında köşe tutmuş, okumuş yazmış, tahsilli kravatlı Rambo Okanlar… ve ne yazık ki holiganizme esir düşmüş, akıl ve vicdan terazisinin ayarları bozulmuş formel tipler de bu duruma çanak tutuyorlar, sessiz kalıyorlar. Haklının değil güçlünün himmetine muhtaçlar, çoğunluğun kudretine talipler…
Derdim tarihe kayıt düşmek.
Korkarım ki bu puslu, lanet, kokuşmuş düzen yeni federasyon İbrahim Hacıosmanoğlu’nu da esir alacak. Bunu neden söylüyorum. 2011 şike olaylarından hemen sonra çıkarılan 6222 sayılı kanundan biliyorum. Uluslararası kınama metinlerinde dahi anlaşamayan partiler bir araya gelerek bu kanun teklifine imza attılar, TBMM de eşine benzerine rastlanılmamış bir şekilde bütçe görüşmelerine ara verilerek bu kanunu bir gecede çıkarttılar.
O günlerde bu kanun için kim çalışıyor, kim kulis yapıyordu ise bu pisliğin halı altına süpürülmesinde de olağan şüpheli onlardır.
Mahkeme-i Kübra dışında ulusal ve uluslararası mahkemelerce şikenin tescillendiği meşhur 2011 yılından bu yana tribünlerde seyirci yok, sahada futbol yok. O gün cerrahi müdahale yapılsaydı bugün bunları konuşmuyor olma ihtimalimiz çok yüksekti.
Şimdi herkes birbiriyle kavgalı. Top çizgiyi geçti mi geçmedi mi, pozisyon içerde mi dışarda mı, kırmızı kart doğru mu değil mi. Esasında sorun bunlar da değil. Futbolun iklimi bozuk, havası kirli, marka değeri değil kepazeliği artıyor.
Haklının değil de sesinin daha çok çıkanın kayrıldığı, adaletin forma renklerine göre dağıtıldığı, güçlünün zayıfı ezdiği pespaye düzen halen devam ediyor. Ve bizlerde bunu futbol diye izliyoruz. Edirne’den öteye geçtiğimizde boyumuzun ölçüsünü alıp evimize dönüyoruz.
Ekranların önünde, sosyal medyada sövgüyü, tehdidi ağızlarına pelesenk etmiş bu tipleri -ne yazık ki- siyaset kurumu da en üst makamlarda ağırlıyor.
Hesapsız, kitapsız yapılan transferler, harcamalar eninde sonunda bu millete fatura ediliyor. Kulübü borç batağına sokup, kapısına kilit vurma noktasına getirenler soluğu siyasetçinin, bürokratın yanında alıyor.
“Himmetinize muhtacız efendim. Devlet bize de yardım etsin. Borçlarımızı silsin, yapılandırsın, ötelesin, haaa efendim bir de falan yerde bir devlet arazisi var. Kulübe tahsis edilmesine imkân sağlarsanız camiamız çok mutlu olacak, rahatlayacağız”.
Sizlerin hırslarınız, ikbaliniz için başarısızlıklarınızı örtmeniz için bu millet yeterince biribirne düşürdünüz. Ya gidin kendi şirketlerinizde yöneticilik yapın ya da gidin öte de oynayın.