Fatih’in fethettiği, Yavuz’un yönettiği, Kanuni’nin doğduğu, Atatürk’ün çeşitli vesilelerle üç kez ziyaret ettiği ve vasiyetini yazdığı, Roma ve Bizans dönemlerini de görmüş dört bin yılık kadim bir şehir.
Tarihi ve kültürel birikimi ile Türk kültür ve sanat hayatında önemli mertebelere ulaşmış şahsiyetlerin ufkuna seyir teraslığı yapmış bir şehir.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Ertem Eğilmez, Tanju-Temel Gürsu, Erol Günaydın, Tomris Oğuzalp, Aliye Rona, Hayati Hamzaoğlu, Ceyhan Murathanoğlu, Haydar Durmuş, Mümin Candaş, Raif Kalyoncu, Sunay Akın, Yaşar Miraç, Erkan Ocaklı, Volkan Konak, Hüseyin Avni Danyal, Fuat Saka, Hürel Kardeşler, Nihat Genç, Selahattin Yusuf, Nazan Bekiroğlu ve dahi isimlerini sayamadığımız yüzlerce karakterin izdüşümü olan bir şehir.
Doğduğumuz, yetiştiğimiz, dar sokaklarını avucumuzun içi gibi bildiğimiz bu küçük şehrin derinliğini, ağırlığını, hacmini ne yazık ki bilmiyoruz ya da idrak edemiyoruz. Şehrin birikimlerini hoyratça tüketiyoruz.
Alışkanlıklarımız mı değişiyor? Yoksa başka mecralara mı savruluyoruz?
Trabzonlu ressamlar sayesinde Trabzon ekolü diye birşey olmalı. Bu kadar ressam yetiştiren bir başka şehir yoktur gibime geliyor.
Kentte yaşayan çoğu kişinin de bilmediği 1920’li yıllardan, yıkıldığı 1958 yılına kadar opera binası ve filarmoni orkestrası olan bir kültür ve sanat şehridir Trabzon.
Eskilerin deyimi ile nevi şahsına münhasır olan bu kentin, eksantrik insanlarının aykırılığı sporda da göze çarpar. Trabzonlu için nasıl ki hamsi balık değildir, futbol da spor değildir. Kültürün parçası, yaşamın odak noktasıdır.
Bordonun mavisiz söylenmediği, futbolun da horonu gibi dik oynandığı, hafta sonlarının dinlenmek için değil de maç için sabırsızlıkla beklendiği bir şehirdir.
Sanatta İtalya’nın Floransa’sı, futbolda da Napoli’sidir Trabzon.
Trabzon, büyütülmüş üç büyüğün at koşturduğu futbol pazarına fırtına gibi girip tezgâhlarını dağıtan, düşük bütçeyle, kısıtlı imkanlarla İstanbul hegemonyasını sekiz kez yerle yeksan etmiş bir şehirdir.
Kendi başarısızlıklarının yanı sıra türlü dalaverelerle önü her türlü kesilen bir şehir artık. Eski başkanlarının spordan sorumlu devlet bakanlığı ve Futbol Federasyonu başkanlığı yaptığı dönemlerde dahi sahada göz göre doğranan bir şehir.
Devir de değişti haliyle futbol anlayışı da değişti. Şampiyon olmak için İstanbul kulüplerine benzeyen, beslendiği öz kaynaklarına sırtını dönen, geleceğini ipotek eden bir kent artık. Başarının sadece saha skorlarına ve kupalara endekslendiği, efsanenin yarattığı ihtilal ruhunun unutulduğu bir kent şimdilerde.
Şehre gelen siyasetçilerin bordo mavi atkı takı takarak, kulüp tesislerini ziyaret ederek gazının alındığı şehir. Çünkü zamanın da TRT’nin tek kanallı olduğu dönemlerde ekranlarda İbrahim Can, Süreyya Davulcuoğlu’nu, hava durumunda Trabzon ismini, dizilerde filmlerde bir Karadenizli karakter gördüğünde, kısaca küçük şeylerle mutlu olan bir şehirdi burası.
İş başa düşünce durumdan vazife çıkardı. Haksızlığa uğradığında vatan dedi, millet dedi eğdi başını. Ortalığı yangın yerine çevirmedi. Köstek olmadı, destek oldu. Ülke harcına hep çimento oldu.
Solcusundan sağcısına, okumamışından profesörüne kadar ülkenin kahir ekseriyeti, güzel şehrimin çalınan şampiyonluğunda kulağının üzerine yattı, haklının değil güçlünün yanında yer aldı. Unutmuş da değiliz dünya döndükçe unutacak da değiliz.
Kendinden büyük bu şehir ülkesinde bulamadığı adaleti el kapılarında aradı. Çok şey istemedi, ayrıcalık hiç istemedi. Sadece adalet istedi.
Kısa çöpün uzun çöpten hakkını alacağı, Hak savcısının karşısına çıkacağımız Ruz-i Mahşeri, yağmur sonrası üzerine toprak kokusu sinmiş kukuvaklar gibi bekliyoruz. (Mehmet Cemal Öztürk kardeşime bu güzel betimlemesi için teşekkür ederim)
Bir yandan futbol ve siyaset ile afyonlanırken diğer yandan kültür ve sanat birikiminden gittikçe uzaklaşan bu kentte geldiğimiz nokta; surların arasında kurulan bir şehirden göğü yırtan binalar arasında kalan, sınırlı arsa stokunu ya denizi doldurarak ya da tarım alanlarını imara açarak aşmaya çalışan, rantın esir aldığı, estetiğin göz ardı edildiği bir şehir.
Çarpık kentleşmenin kentsel dönüşümle düzeltilmeye çalışıldığı, otopark sorunun bir türlü çözülemediği, esnafın mağaza önü ve kaldırım işgalleriyle esir aldığı, dar ve eğri sokaklarında gelişi güzel park edilmiş araçlar nedeniyle yürüme imkânı olmadığı bir şehir.
Uzun Sokak, Maraş Caddesi, Kunduracılar ekseninde avare dolaşan civan delikanlı ve kızlar, Meydan parkı civarındaki emekliler ve işsizler, bize her yer Trabzon hamaseti, sonu 61 ile biten şifreler, telefonlar ve plakalar, hoptekler, kolbastılar eşliğinde, siyasetin ve futbolun gölgesinde geçmiş yıllardaki ruhunu ve duruşunu beyhude bekleyen bir şehir artık.
Beklediklerimize hoş geldin demek dileğiyle…