İspanyollar,711 yılından beri ülkelerinde bulunan Endülüs Devleti’ne ait ne kadar kalıntı varsa onların tamamını ülkelerinden çıkardıktan sonra, 31 Mart 1492 yılında bir ferman yayınlayarak tüm Yahudilerden en geç dört ay içerisinde İspanya’yı terk etmelerini istemiştir.
Daha önceleri ataları, Filistin’den Mısır’a, Mısır’dan Babil’e, Babil’den tekrar Mısır’a, daha sonra Almanya’ya, oradan İspanya’ya sürgün olan Yahudiler, yeni bir yurt bulmak için arayışlara başlayınca, Sultan II. Beyazıt bir mektup yazarak Yahudileri İstanbul’a davet etmiş, Valilere de mektup göndererek Osmanlı topraklarına gelecek Yahudilerin can güvenliğinin sağlanmasını, onların şehirlere iskân edilmesine yardımcı olmalarını istemiştir.
Bu zamandan sonra Osmanlı topraklarına kafileler hâlinde göç eden Yahudiler, 1530 yılına kadar 150 bine varan nüfuslarıyla Avrupa’nın en kalabalık cemiyetini Osmanlı topraklarında oluşturmaya başladılar.
İspanya’da toprak edinmeleri yasak olduğu için orada ticarete ağırlık vermiş olan Yahudiler, ticari alanda çok büyük kazanımlar, tecrübeler elde etmiş, bu tecrübeleriyle Osmanlı toplumunun ticaretine çok büyük canlılık getirmiş, Osmanlı’da ticareti elinde bulunduran Rum ve Ermenilerle büyük bir rekabete girişmişlerdir.
Osmanlı’da Müslümanlar, Yahudilere hoşgörü ile yaklaşırken, Rum ve Ermeniler ticari rekabetlerine dini kimliklerini katarak onları dışlamaya, onlara farklı davranmaya başlamışlardır.
Bir yandan ticareti canlandıran, diğer yandan tıp alanındaki birikimleriyle halka sağlık hizmetleri götüren Yahudiler, Osmanlı sarayının da beğenisini ve güvenini kazanmış, sarayda özel hekimlik görevlerine onlar getirilir olmuştur.
Osmanlı ekonomisini canlandıran Yahudiler, başta Selanik olmak üzere Balkan şehirlerinde iplik imalathaneleri kurmuş, tekstil alanında çok büyük yatırımlar yapmış, Avrupa’daki dindaşları ile irtibata geçerek Osmanlı ticaretini elinde bulunduran, Rum, Ermeni hatta Venediklileri ikinci plana düşürmeyi başarmışlar, “Osmanlı İmparatorluğu ve Avrupa” kitabını yazan Jean-François Solnon’un da belirtiği gibi Osmanlı’da altın çağlarını yaşamışlardır.
Zamanla Avrupa’daki dindaşları ile bağları zayıflayan Yahudiler, ticaretteki üstünlüklerini fazla koruyamamış, yine de Rum ve Ermeniler ile rekabet ederek hayatlarını huzur içinde idame ettirmişlerdir.
Ülkelerini korumak için cepheden cepheye koşan, fakir düşen Müslüman ahalinin tersine, Yahudi, Ermeni ve Rumlar ticarette çok büyük gelişmeler elde etmiş, Müslümanlar sefalet içinde kalırken, onlar Müslüman Osmanlı topraklarında günlerini gün etmişlerdir. Zamanla, biz içimizdeki kâfirler rahat ticaret yapsın, kendilerini geliştirsinler diye mi dışımızdaki kâfirlerle çarpışıyoruz düşüncesine kapılan Müslümanların tüm azınlıklara bakış açıları yavaş yavaş değişmeye başlamıştır.
Zamanla Yahudilerin bir kısmı Avrupa’ya; bir kısmı İsrail Devleti kurulunca oraya göçmüş, bir kısmı da Cumhuriyet sınırları içerisinde huzur içerisinde yaşamışlardır.
Osmanlı’ya İspanya’dan Yahudiler göç etmeden önce Almanya’ya da Mısır’dan Yahudiler göç etmiştir. I. Dünya savaşından sonra Almanlar altı milyon Yahudi’yi yakmış, geri kalanını sürgüne göndermiş; Osmanlı ise ticaretlerini sekteye uğrattı diye kendilerine saldıran, çocuklarını kaçıran Rum ve Ermenilerden Yahudileri korumuştu. Kapitalist sistemin bir gereği olarak bugün Almanlar Yahudi yanlısı; Türkiye ise Yahudi düşmanı gibi görünmektedir. Hâlbuki Türk Milleti yaratılışındaki yüksek merhamet ve asaletten dolayı dün olduğu gibi bugün de mazlumdan yana bir tavır takınmaktadır.
Sürgün zamanlarında barış, kardeşlik, sevgi kelimelerini dillerinden düşürmeyen, güçlendikleri vakit ise bugün Filistin’de olduğu gibi silah, ateş, öldürme, zulüm ile beslenen Yahudiler, fırsat yakaladıklarında sadece Müslümanları değil, Hıristiyanları da yok edecek bir zihniyete sahiptirler.