Tarihçiler, Türk siyasi hayatının zirve noktası olarak Osmanlı İmparatorluğu’nu gösterirler. Gerek uzun ömürlü oluşu gerekse de ulaştığı sınırlar ve ortaya çıkan kültür ve medeniyet seviyesi, bu tespiti haklı çıkarmaktadır.

Şüphesiz Osmanlı büyük bir cihan devleti idi. Fakat tarihsel gelişmeleri veya devirleri bir devamlılık ilkesi ile değerlendirdiğimizde esasen Selçuklu Devleti’nden kalan birikimin Osmanlı’yı doğurduğunu ifade edebiliriz.

Selçuklu Devleti, 1040 yılında kanlı bir hesaplaşma ile kurulmuş, İran ve Orta Doğu bölgesinde hâkimiyet alanlarını genişletmiştir. Devletin kurucusu Tuğrul Bey, Sünni İslam’ın kuvvetli bir temsilcisi ve koruyucusu idi. Devamında Alparslan, Melikşah gibi parlak liderler, devletin büyüyüp gelişmesini sağlamıştır.

Şii Büveyoğulları Devleti Irak’ı işgal ederek, Abbasi Halifesini esir aldığında yardıma koşan Tuğrul Bey, Halifeyi bu sıkıntıdan kurtarmış ve Türkler bu tarihten sonra İslam’ın koruyucusu rolünü üstlenmişlerdir.

İslam’ın siyasi liderliği Selçuklular ile Türk Milleti’ne geçmiştir. Selçuklular, Azerbaycan ve Anadolu gibi bölgelerin Türkleşip İslamlaşmasında başrolü oynamışlardır.

Selçuklular, bizlere Anadolu’nun kapılarını açmıştır. Bu durum bugünkü varlığımızın ilk adımını oluşturmuştur. Selçuklular kurulana kadar Türkler daha ziyade doğu coğrafyasında devletler kurmuşken, Selçukluların kurulması ile birlikte Türk tarihi, batıya taşınmıştır.

Selçuklu ailesinin bir diğer kolu olan ve Kutalmış’ın çocukları tarafından kurulan Anadolu Selçukluları, Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında çok kritik bir rol üstenmiştir. Yurt açan Malazgirt ve yurt tutan Miryekefalon Savaşları’nın başrolünde bulunan Selçuklular, Anadolu’ya Türk mührünün vurulmasını sağlamıştır.

Bizans’ın teşvikiyle başlayan ve Orta Doğu’yu kan gölüne çeviren Haçlı Seferlerinde İslam beldelerini kahramanca müdafaa etme vazifesi yine Selçuklulara düşmüştür.

Mehmet Akif, 1915’de Çanakkale Kahramanlarını övmek için kaleme aldığı meşhur destanında Çanakkale’de çarpışanları Bedir Savaşı’ndakilere benzettikten sonra;

Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran…
Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran”
ifadeleriyle Çanakkale Kahramanlarını, Haçlı saldırılarına karşı göğsünü siper eden Anadolu Selçuklu Devletine ve Kılıçaslan’a benzetmiştir.

Osmanlı Devleti aslında Selçuklu kültür ve medeniyeti üzerine bina edilmiştir. Medrese sistemi ve Selçukluların alametifarikası olan kervansaray yapımı gibi unsurlara daha sonra Osmanlı kültürü içinde rastlanmıştır.

İlk defa 1067’de açılan ve en meşhuru Bağdat’ta bulunan Nizamiye Medresesi, o güne kadar İslam tarihinde kurulan en görkemli medrese idi. Bu medrese modeli Sünni İslam’ın daha sonraki temsilcisi olan Osmanlılar tarafından da aynen devam ettirilmiştir.

Selçuklu Devleti, Bâtınilik ve Hasan Sabbah gibi sapkın kişi ve inanışlara karşı tüm gücüyle mücadele etmiştir. İslam’ın Türkler arasında yeni yeni yayıldığı ve her türlü din dışı inanışların kolayca kök salabildiği bu devirlerde Selçuklular, İslam akidesini zayıflatacak tesirleri etkisiz kılmayı başarmışlardır.

Selçuklular, devlet yönetimi anlamında da geride büyük ve köklü bir miras bırakmıştır. Bu miras önce Osmanlılar’ın daha sonra da Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetim zeminini oluşturmuştur.

Neticede şunu ifade etmek gerekir ki Türk Milleti’nin, köklü ve zengin tarihi araştırılırken daha çok Osmanlı tarihi üzerinde durulmaktadır. Bu aslında anlaşılabilir bir durumdur. Fakat Osmanlı’yı ortaya çıkaran Selçuklu birikimi de asla göz ardı edilmemelidir.

Zira geride bıraktığı siyasi ve medeni miras ile Selçuklular, en az Osmanlılar kadar saygıyı hak etmektedirler.