Şair Vâhid, bir beytinde “Devlet ricâli rahatı hîç bilmemektedir/ Rahat, ricâl-i devleti hîç bilmemektedir, diyerek devlet büyüklerinin rahatın ne olduğunu bilmediğini, fakat bununla birlikte rahatlığın ise devlet büyüklerini hiç tanımadığını dile getirmiştir. Çünkü insanların zannettiği gibi devleti yönetmenin rahat bir yapısının olmadığı gibi oraya talip olanların kendilerine, ailelerine ayırabilecekleri zamanları da bulunmamaktadır.

Günümüzde anneler, çocukların ağzı yanmasın diye onların çayına su katmakta ve buna da Paşa Çayı demektedirler. Soğuk çaya Paşa Çayı denilmesinin sebebi, paşaların sıcak bir çay içecek zaman dilimini bile kendilerine ayıramamalarından kaynaklanmıştır. Paşalar, bir yudum aldıkları çaylarından ikinci bir yudum alana kadar birçok işle uğraşmakta ve çaylarını ister istemez soğutmakta bir yudum sıcak çay onlara nasip olmamaktadır.

Ülkemizde milletvekili, belediye başkanlığı seçimlerine halkımızın büyük bir rağbet gösterdiği, birçok kişinin hayalini bu makamların süslediği görülmektedir. Bazıları hiçbir şanslarının olmadığını bile bile aday olmakta, bu alanda isimlerinin bulunmasından büyük bir haz duymaktadırlar.

Seçildiğinde rahatı kaçacak, hatta bir bardak sıcak çaya hasret kalacak bu kişilerin o koltuklara oturmak için aşırı rekabete girmekten, eski CHP söylemlerinden dilimize kaldığı gibi, Hasso’ya Hüsso’ya ağız eğmekten, hatta birçok masraf yapmaktan kaçınmamalarının altyapısında farklı etmenler bulunmaktadır.

Özellikle kapitalist sistemin toplumun tüm katmanlarına hakim olmasından sonra siyasi hayat bazıları için büyük bir ikbale dönüşmüş, siyaseti sermayesine zırh edenler, kendileri ve çevreleri için büyük alanlar açmışlardır. Bu durum her siyasetçi için geçerli olmasa bile maalesef halkın zihni, algısı böyle şekillenmiştir.

Aynı şekilde devlet erkini eline geçirdikten sonra değişen, halkın algısını kuvvetlendirecek eylemlere tevessül eden siyasilere rastlamak da mümkündür. Ülkemizde siyaseti, halkı sömürme, kasayı doldurma, zenginlerin, torpillilerin işini görme, fakirin, sahipsizin hakkını yeme aracı olarak kullananlar bulunmaktadır. Neyzen Tevfik 1940 yıllarında “Kime sordumsa seni doğru cevap vermediler/ Kimi alçak, kimi hırsız kimi deyyus dediler/ Künyeni almak için partiye ettim telefon/ Bizdeki kayıtlara göre o şimdi meb’us dediler” diyerek siyaseti çıkarı için kullananları kendi tavrınca eleştirmiştir.

Bazıları ise siyaset üzerinden bir yere geldiklerinde makamı bir zırh gibi kullanmakta, kendilerini seçilmiş özel kullar sınıfına dahil etmektedirler. Bunların bu tavırları çevreleri tarafından çok itici bulunmaktadır.

İnsanların siyaseten geldikleri bir makama, ilmi güçleri ile geldiklerini sanmaları ve tavırlarında bilgiçlik edasına girmeleri de halk tarafından iyi karşılanmamaktadır. İbn Kemal bir şiirinde “Câh ile gelmez fazilet cahile” yani, makam ile bir cahile fazilet gelmez diyerek geçici heveslere, insanların kendilerini fazla kaptırmamalarını tavsiye etmektedir. İnsanlar hangi makama gelirler ise gelsinler, faziletlerinden taviz vermemeleri, makamdan güç alma yerine makamlarına güç vermenin kuralını kendilerine şiar edinmeleri gerekmektedir. Aksi takdirde

koltuklarından düştüklerinde (indiklerinde değil), akşam tok yatıp sabah aç kalkan horozlar gibi çil çil ortalarda dolaşmaktadırlar.

Elbette bir dava, memlekete fayda sağlama uğruna siyaset yapan birçok çok kıymetli yöneticilerimiz, siyasetçilerimiz bulunmaktadır. Fakat fakir fukaranın emeğini çalmak, kendilerine maddi imkân alanları açmak için siyasete girenler için Şair Nâbî’nin “Lânet ol devlete kim ola gıda/ Eşk-i çeşm-i fukâra subh u mesâ/” diyerek gıdası sabah akşam fakirlerin gözyaşı olan devlete, mutluluğa lanet olsun ifadesindeki duygularına katılmamak mümkün değildir.